Anton Parks

Anton Parks
İlk resimdeki Sa'am, Enki'dir. Kaynaklara ulaşmak için Anton Parks'ın websitesini resmi tıklayarak ziyaret edin.

26 Şubat 2015 Perşembe

5.BÖLÜM

NANÜLKARA’NIN BÜYÜK RAHİBESİ NİNMAH

Zohar’dan alıntı: Elohim en yukarının mimarı, yüce Anne. Aynı zamanda en altın da varlığı. Eş, kocasının onayı dışında hiçbir inisiyatif alamayan dişi eş. Bu da vücutla ilgili tüm yapıları da kapsar. Kutsal Baba Kutsal anneye hitap ederek “şu inşaatlar şöyle olsun böyle olsun..” Ve hemen de oldular.
Yahudi literatüründeki değişik bölümlere bakıldığında, aynı zamanda İncil ve diğer geleneklerde Ana Kaynak cinsiyetsizdir. Zaman içinde baba veya Tanrı adı altında hep bir erkek güce dönüşmüştür. Bundan da açıkça görebiliyoruz ki, dünyada yazının ilk çıktığı dönemlerde ve dini metinler yazıldığında Ana Tanrıça kültü gerilemekteydi. İsa’dan önce -1000’de başlamıştır ve gün geçtikçe giderek değerini yitirmiştir. Birçok ataerkil toplumun erkek dinlerinin gelişimini kabul etmesiyle dişil ve Ana Tanrıça kültü hepten yok olmuştur. Bu koşullarda tek Tanrı’yı redakte edenler, ilk yazım şekillerinde Tanrı’yı bir erkek olarak yazdılar. Bu koşullarda, ilk yaratanın, Ana Tanrıça’nın hizmetinde olan birçok varlıktan oluştuğunu (Elohim) bilmelerine rağmen Tanrı’yı erkek olarak gösterdiler. Bu kutsal varlıkla uzaktan yakından ne varsa tamamen çirkinleştirildi, şeytanlaştırıldı veya kökünden yok edildi. Ataerkil doktrinin, Tanrının bu dişi kutsal varlığın üstünde yer almasını ve onun da tamamen onun emirleri altında olmasını iyice belirginleştirdi. Hint mitolojisinde kutsal enerji ve ilk enerjinin adı Shakti’dir. Sümer dilinde bu Sa-akti,  “yaşamı veren iyi kadın” anlamındadır. Shakti kutsal Anne, Ana Tanrıçanın tamamen bir suretidir. Tam olarak dişil varlığın kişileştirilmesi ve Hinduizmde onu kutsal ruhla birleştirilmesi…Bu bizi otomatik olarak İbranice’ye yönlendirir. Ruah Elohim; bunun anlamı da, Tanrı’Nın ruhu, kutsal ruh demektr. İbranicede dişi bir terim olan Ruah (ruh), Cinâbul Sümerce’ye çevrildiğinde Ana Tanrıça’nın çok iyi bir tanımını veriyor. Sümercede Ru, bağışlanmış bir hediye,aynı zamanda da restore etmek anlamına gelir, ah kısmı ise gücü temsil eder. Bütün bu özellikler Ana Tanrıçaya mahsustur. Çünkü o yenileyen ve gücü verendir. Ana Tanrıça, Yahudi dininde giderek yükselen ataerkil güç tarafından çok kurnazca şeytanlaştırılmış Lilith altında saklanmıştır. Bazıları Lilith’i İbranicede Layla (akşam) ile benzeştirir, diğerleri ise Lilith’in Sümercede Lil-tih’den geldiğini düşünmekte. Hayat veren ruh. Şu anda bizi ilgilendiren çerçevede onu daha çok ilk insana hayatı üfleyen varlık olarak görebiliriz. Yahudi tasvirlerinde Lilith bir gece kuşu olarak gösterilir. Bu da Ana Tanrıçaya atfedilen en eski sembollerden birinden alınmıştır. Çünkü kuş ve kumru Hristiyanlıkta da kutsal ruhu sembolize etmek için kullanılmıştı. Ana Tanrıçanın uçan görüntüsü Yunan mitolojisinde de bulunmakta ve orada Eunyme ilk evrensel tanrıça kumruya dönüşmüştür ve her şeyin ortaya çıktığı evrensel yumurtayı yumurtlamıştır.
(Sümerceye Yunan ilk Tanrıçanın ismini tercüme edersek bu Erin-um’dur. Sümercede O harfi yoktur. Ebeler ordusu anlamına gelir ve yaşlı ya da antik kadınlar. Ya da Erin-um-me,  kutsal kararnameli ebeler ordusu. Aynı fikri Mısır geleneklerinde mevcuttur. Piramitlerin yazıtlarında. Orada da bu kutsal varlık, çift cinsiyetli Atum (Mısır adıyla İtemu) Ben isimli kuşa dönüşmüş, havayı, toprağı ve gökyüzünü yaratmıştır. Rahibelerin matris dilleri (dünyadaki ilk dil) Emasa olarak adlandırılır ve Sümero Asiro ve Babilon hecelerini de kapsamaktadır. Bu kutsal isim bir yandan İt-em-u olarak tercüme edilir, bu da meteorolojik güç demektir. Yunan ismiyle At-um, eski erkek kadın. Atum’un bize çift cinsiyetli olduğunu bildirir ya da en azından aynı amaca hizmet eden farklı yaratıcı güçleri de sembolize edebilir. Ben ismi, yaratıcı Phenix kuşuna verilmiştir, bu da Sümercede Be-en’i veriyor. Birçok gelenek, sözü, dünyanın varoluşuyla özdeşleştiriyor.)

GİRKU-TİLANUDİMMUD DİİİMEİA
An’la beraber Birkaç Siensar (koza, yaşam tüpü) yapmak için Uanna’ya geri döndük. Bu ağır göreve başladıktan ve 15 tane yaptıktan sonra anladık ki yeteri kadar yapamayacağız. Amasutumlardan tedarik etmemiz gerekiyordu. Bu yaratıcımı pek memnun etmemişti. Tigeme ile temasa geçerek bir rahibe heyeti göndermesi için sorumluluk aldım. Onların arasında hocaları olan Ninmah vardı. Bize eşlik etmesi için seçilen iki rahibeden biriydi. Bu dişinin görüntüsü hoş muydu bilemiyorum ancak bakışları çok güçlüydü ve inisiye olmamışlar için çok zor tahammül edilecek gibiydi. Büyük bir saygı uyandırıyordu. Kemerli olmayan, vücudu saran uzun beyaz bir elbiseyle gelmişti, kısa kollu, sırtı yırtmaçlı ve gümüş kurdelelerle kaplıydı. Ninmah kendisine güveniyordu. Dehşet şekilde gururlu olduğunu belirtmeliyim. Gel-git ruh hali olan ve kızgın olduğu dönemlerde dehşet saçan bu meşhur rahibeden bahsedildiğini duymuştuk. Zavallı,çok kötü denk gelmişti, çünkü Usumgalların en beteriyle karşı karşıyaydı. En fazla kadın düşmanı olanıyla… Ninmah’ın hiçbir çekincesi yoktu. Avının etrafında dönen bir avcı gibi etrafımda döndü. Beni dikkatlice inceledikten sonra genç lordla çalışmak istediğini söyledi. Yaratıcı babam sert bir sesle, kendisiyle çalışacağını söyledi. Rahat olabileceğini belirtti çünkü her ikimiz de aynı bilimsel bilgilere sahiptik ve yeni bir Alagni türünün yapımında onu bizzat eğitmekten büyük bir zevk alacağını sözlerine ekledi. Bakışlarının yumuşadığını gördük, hiçbir şey söyleyemedi. Ninmah aniden uysallaşmıştı. Bu dişi çok büyük bir manipülatördü ve bunu da görmüştük. Yaratıcımı iyi tanıyordum ve emindim ki onu hiçbir zorluk olmadan, keyifle hoşnut edecekti. Ninmah’a benimle beraber çalışacak olan dişiyi tanıyıp tanımadığını sordum. “Ama’nın” (anne) olduğunu söyledi. Uras gezegenindeki Amasutum Kadistuların öğretmeni olduğunu ve şu anda kraliçenin acil emirleri üzerine dönüş yolunda olduğunu söyledi. İsmini sorduğumda Ninmah cevap veremedi ve Tiamat’a (kraliçelerine verdikleri isimdi) sormamı tavsiye etti. Bu arada bu muhteşem Amasutum’un ismini bilmediğine dair Ninmah’a inanmakta zorluk çektim.
Uras gezegeni, Tiamate sisteminde bulunur (güneş sistemi) ve evrenimizin önemli bir merkezidir. Kadistular bu yıldız sistemine Tiamete ismini vermişlerdi çünkü bu bölgenin barışı için kraliçe çok uğraş vermişti. Gina’bulcada Tiamate hayatın, yaşamın ve merhametin kesiştiği yer anlamına gelir. Birçok hayat şekillerinin bir arada olduğu modifiye edilmiş, yaşam küresinde deneysel hayatlar oluşturulmuş, hepsi bir araya gelmişti. Uras, birçok galaktik yolun kesiştiği bir dört yol gibidir. Burada seçilmiş rahibelerimizin bir kısmı müttefiklerimizle birlikte çalışıyordu.

(Not: Tiamata, Hayatın Annesi. Bu açıklama, Tigeme ile benzer. Hayatın hizmetkarı. Diğer isim erkek Gina’abullar tarafından kraliçelerine hitap etmek için kullanılıyordu. Sümerce’de de aynıdır. Uras kelimesi Sümercede Ura-as, hatırlatmak isterim ki Sümer kelimeleri bir yer, bir alan anlattığında gidiş yeriyle beraber anılır. Uras kelimesini böldüğümüzde Ur insan- varlık, As da “tek- bir” demek. Uras dendiğinde “tek olan varlığın yeri” anlamına gelir.)
Eski zamanlarda evrenimizin galaktik topluluğu, Uras’ta çift cinsiyetli, muhteşem bir varlık yaratmaya karar verdiler. Namlu’ular. Bazı müttefiklerimiz vücutlarının bir kısmını Namlu’ulara bağışladılar. Ameliler gibi plancılar yarı eterik vücutlarının en önemli elementini verdiler. Namlu’uların yapımı için tüm plancılar kendilerinden bir parça sundular.  Namlu’ular muhteşem varlıklarmış ve bütün Kadistuların bir araya geldiği kolektif mirastan geliyorlardı, bu nedenle evrenimizin bilgisinin de canlı bekçileriydiler. Bir tek Dişi Gina’abullar, Uras’taki varlıklarla hücre işbirliğine katılmayan kadistulardı. Çünkü o dönemde henüz plancı değillerdi. Gururlu ırkımızın adına Amasutumlar Uras’ı ve orada yaşayanları binlerce Limamu (yıldır) idare ediyorlardı. Uras’ın idarecisi ve plancısı Ama ile çalışacağım için çok şaşırmıştım. Ninmah’a eşlik eden Amasutumların yardımıyla, zorlukla yapmış olduğumuz matrislerin yanına pek çok matris daha ekleyebildik. Bunun üzerine dişi Gina’bullara teşekkür edilerek alanı terk etmeleri söylendi. Sadece Ninmah ve Amasutum pilot bizimle kaldı. Her şeyin doğru çalıştığına emin olmamız gerekiyordu. Birkaç olumlu denemeden sonra An bana, Nanülkara’ya gidip ihtiyacımız olan donmuş hücreleri getirmemi söyledi. Ninmah benimle seyahat etmek zorundaydı çünkü Amasutumlar, ırkımızın genetik mirasının bekçileriydi. Görevimiz gizliydi ve hiçbir rahibe projemiz hakkında bilgi sahibi değildi. Ninmah, bu değerli hücreleri tedarik etmemizde bir nevi garantördü. Uanna’da kalan son Amasutum Margidasına bindik. Bu bir maga’andı. Siensiarların bir kısmını taşımakta kullanılabilecek bir araçtı. Çok önemli miktarda ağırlık taşıyabilecek kapasitedeydi. Seyahat zevkli geçti. Ancak Ninmah durmadan beni izliyordu. Gözleri durmadan gözlerimi arıyordu. Bu dişi benim Usumgalların gücüne sahip olduğumu ve gerçek düşüncelerinin ne olduğunu anladığımı bilmiyordu. Rahibelerin düşüncelerini saklama gücüne sahip olduğunu duymuştum. Ninmah’ın düşünceleri öyle yoğundu ki onları kontrol edemiyordu. Rahibe beni küçük görüyordu. Usumgal soyundan geldiğimi herhalde bilmiyordu. Ona kızabilir miydim?  Uzun bir zamandır sağlıklı bir erkek görmemişti. Ninmah, günün olumlu geçtiğini düşünüyordu. An’dan bir Usumgal’dan eğitim alacaktı. Bu büyük bir onurdu. Yeni bir alt ırkın erkek örneğiyle çiftleşecekti. Hassas bir pozisyondaydı. Anatomik olarak onu tatmin edemezdim ancak bir erkek Gina’bul olarak bir rahibenin cilvesine cevap vermem gerekiyordu ki bu Nanülkara’nın en ünlüsüydü. Kanunlarımız böyle yapılmıştı aslında bu güne kadar erkekler sadece basit çiftçiler gibilerdi. Irkımızın hizmetinde, uysal dölleyicilerdi. Bu nedenle yaratıcımın düşüncelerini ve huzursuzluklarını çok iyi anlıyordum. Tarihimizin yönünü değiştirmekteki hastalıklı arzusunu da… Sadece yedi kuku (atalar) benim gerçek doğamı biliyordu ve bunu sır olarak saklamak zorundaydılar. Bu hiçbir Gina’bul’u ilgilendirmezdi. İçimden, zamanı geldiğinde Ninmah’a bir şeyler uydururum diye geçirdim. Irkımızın genetik mirasının toplandığı ve stoklandığı Ankida şehrine aracımız indi. Yarım dannadan (dünyaya göre bir saat) beri gece olmuştu. En uç kuzeydoğuda gün, yavaş yavaş doğuyordu. Birçok güneş bizi çevrelediğinden gecelerimiz çok kısaydı. Ninmah, Margidadan gururla indi ve yürümeye başladı. Onu takip ettim ve iki dişi pilot bana eşlik ediyordu. Yüksek, dev binaların yanından geçerek şehrin ana binasının kapısına vardı. İçerisi biraz serindi. Toplanmış olan hücrelerin odasının önünde bir grup rahibe bizi bekliyordu. Bir tanesi rahibelerin gizli diyalektiğiyle konuşmaya başladı ve benim anlamadığım bir şeyler geveledi. Kulaklarıma sadece Tiamata ismi çalındı.
Küçük grup yürüdü, biz de takip ettik. Ninmah bana yavaşça, Tiamata’nın bizimle gizlice görüşmek istediğini söyledi. Tüm bunlar çok gizemliydi. Şehrin ana meydanına vardığımızda bizi bekleyen kraliçemizin kraliyet gemisi bizi bekliyordu. Tiamata’nın önüne geldiğimizde bakışının sertliği bana durumun ciddiyeti konusunda bilgi verdi. Bir tek konu benimle ilgiliydi. Ninmah benimle kalırken diğer rahibeler resmi bir şekilde odadan ayrıldı. Tiamata “Oğlum, çok üzücü bir haberim var. Konuşmamızdan çok az bir süre sonra Sutumların hastalığıyla ilgili neticeleri Ninmah bana iletti. “Dumumilerimin (kızlarımın) getirdiği sonuçlar huzursuzluk verici. Erkeklerimizi etkileyen bu hastalık bize yabancı değil. Ana materyalleri bizim gezegenimizden gelmekte. Her ikiniz de biliyorsunuz ki bu hastalık kendi kendine başlamadı. Gelişmesi çok hızlı ve böyle bir şeyin yapılışı ancak kötü niyetli ve zeki bir beyin tarafından yapılmış olmalı. Düşmanımız düşündüğümüzden daha sinsi ve diyebilirim ki onu çok fena şekilde küçümsemişiz. Ne dersin oğlum, ne düşünüyorsun?”
“Asil Eres niye bu garip soru? Yaratıcım olan An, Eutumların hastalığının buradan gelmediğini her zaman söyledi ve ona inandık.
“Ancak araştırmalar gösteriyor ki öyle değil. Dumumilerim böyle bir şey olmadığını keşfettiler. Sevgili oğlumuzun alagnisi (klonu) olarak bu akıl almaz hatayı açıklamanı isterim.”
 Ninmah suçlayıcı bakışlarını üzerimde gezdirdi. Suçlayıcı tebessümü, varlığımın en derininde saklı olan bir kuralı hatırlattı. Bir Usumgal tarafından yaratılan alagni hiçbir zaman görevinde başarısız olamazdı. Ölüm beni korkutmuyordu ancak yaratanımın aşağılanması tahammül edilemezdi benim için. Cevabım, Gina’bulların tarihini alt üst edecekti. İsterdim ki bu sır size başka koşullarda açıklansın. Hayır, kesinlikle oğlun tarafından yapılmış bir hata değil bu. İhanet edenleri yakalamak için yapılan bir taktik. Düşmanlarımızın maskesi düştü ve Anunnaların yapımının bu denli hızlandırılmış olması bunun en önemli nedeni. Kraliçe “ Bu düşman gücün ismi nedir, lütfen söyle.”  “Eresgal, bunu açıklamak bana düşmez. Oğlunun kendisinin açıklamasının zamanı gelmiştir.” “Teşekkür ederim Sa’am. An’la bir görüşme yapayım. Anlarsın ki şu anda hücrelerimizi sana veremeyeceğim ve itiraf edeyim ki Abzu Aba çok şüpheci, her yerde ihanetçi görüyor. Tabii her şey düzelecek ona biraz zaman vermeli ve anlayışlı olunmalı. Ancak An’ın da adımıza kanun yapmasını da kabul edemeyiz. Yaratıcı babanla görüşmemize kadar burada bekleyeceksin.”
Yaratanımı kurtarmak için halkıma karşı ihanet ettim. Çok az veriye sahip olmama rağmen görevimin amacını anlamıştım. İyi bir asker olarak varlığımın en derininde saklı olan emirleri uygulamaya başladım. Bilinçsiz olarak uyguladığım teknik, yaratanım tarafından miras kalan eski bir manevraydı. Hilekârlığım sayesinde An, kraliçemizin güvenini kazandı ve planını gerçekleştirmek için müttefiklerimizin gelecekteki bölünmesine izin vermiş oldu. Bu benim için bir sınav mıydı? Her neyse… Bu işten yara almadan çıkmıştım ve An’ın da projesinin devamı için işleri ele alması gerekiyordu. Tiamata, Ninmah’a dönerek seslendi “Sa’am Ankida’da kalacak. Lütfen onu varlığınla onurlandır ve eşitmişsin gibi saygı göster. Her ikiniz de Mamitu-Nammu’nun gelişini bekleyeceksiniz. Son haberlere göre Gigirlah’ı gün içinde şehrin dirannasından (yıldız portalı) gelecek.” Ninmah, “tamam Eresgal arzun buysa yaparım” diye yanıtladı.
(Not: Gir-Anna’nın Gina’bul Sümerce açılımı evreni dolaşmak veya Tanrılara doğru gitmek demektir.)


Gigirlah (Işıldayan tekerlek) Gina’bul Margidlerine rahibelerimiz tarafından verilmiş ismiydi. Bu ismi, erkeklerin verdiği isme göre daha hoş buluyordum çünkü erkekler sadece birkaç Limamu (binlerce yıl)dan beri yerleşmiş olan kolonilerimizin bir karışımını kullanıyordu. Ninmah allak bullak olmuştu. Hiçbir erkek, bir rahibeyle eşit olmamıştı. Ayrıca kötü niyeti de açığa çıkmıştı çünkü benimle beraber çalışacak olan rahibenin de ismini biliyordu. Rütbesine bakılırsa Ninmah, bu kişiyi gayet iyi tanıyordu. Dilimizde Mamitu-Nammu kaderlerden sorumlu ve hayat şekillendiren kutsal kararnamelerden sorumlu yaratıcı bir gezgin dişi anlamına geliyordu. Etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Kraliyet gigirlahını terk ettiğimizde yeniden gündüz olmuştu ve yıldızlar git gide yok oluyordu. Tiamata’nın aracı arkamızdan yavaşça yükseldi. Sabahın boru sesi tüm şehirde yankılanıyordu. Kısa bir gece uykusundan sonra Amasutumların kalktığı saatti. Bizlerin, yani Gina’bullerin fazla uykuya ihtiyacı yoktu.
Ninmah bana şehri gezdirdi. Yaratanımın mirası olarak bana gelen bilgilere göre Ankida şehri,önemine rağmen o kadar büyük değildi ve sadece deposunu biliyordum. Evlerin duvarları taşa oyulmuş zengin motiflerle bezenmişti. Piramit şeklindeki tapınaklardaki birçok fresk oldukça etkileyiciydi. Ancak bizim başkenttekiler kadar yüksek değillerdi. Gezimiz sırasında Ninmah daha önce de yaptığı gibi bakışlarını bana sabitleyemedi; buna cesaret edemiyordu. Tedirgin görünüyordu; ben de ona karşı kayıtsız kalıyordum. Bana eğitimlerinden bahsetti ve çok kısa bir şekilde de Gisda(Hyades) sistemindeki inisiyasyonundan söz etti. Oisda rahibelerimizin en kutsal yeriydi. O tarihlerde bana tamamen yabancı olan düşman bir ırka karşı verdikleri büyük savaştan sonra yerleştikleri ilk yerdi. Ninmah bana kraliçenin yanındaki önemli görevini ve Nanülkara’daki büyük rahibe rütbesine yükselişini detaylıca anlattı. Onu artık dinlemiyordum. Egosu boğucuydu ve ortam sıkıcı gelmeye başlamıştı. Neyse ki, rehberimin tırnaklarından beni kulakları sağır eden bir gürültü kurtardı. Portaldan geçen bir Gigirlah’ın güçlü sesiydi bu. Şehrin ana dirannasına (yıldız kapısı) götüren yolun üstünde çizilmiş olan uzun işaretlerle döşenmiş ana yola yöneldik. Evrenin yolcularını karşılamak için birçok Amasutum toplanmıştı. Araç bilmediğim Gigirlah türündendi. Büyük bir ihtimalle Uras gezegenin de (Dünya) bulunduğu Ti-ama-te sisteminde rahibelerimiz tarafından geliştirilmiş yeni bir versiyondu. Araçtan duman ve çok yüksek bir ısı çıkıyordu. Bu meşhur kapılar evrende seyahat etme tekniklerine sahip olan bütün varlıklar için çok önemliydi. Her evrende birçok Diranna mevcuttur. Gina’bullar olarak kapıların en yoğun olduğu bölgelere şehirlerimizi kurma alışkanlığımız vardı. Zaman kavramı olmayan vortekslere doğru yönlendiren kapılardır Dirannalar. Işık partiküllerinin çok yoğun hareketlenmesiyle beraber zaman kendi üzerine çöküyordu. Çünkü ışık partiküllerinin yoğunluğu zamanı durdurur. Işık partiküllerinden oluşan bu tüneller öylesine hızlı hareket ediyordu ki zaman kayboluyordu.

( Maya’nın uzay aracı…. 70-80’li yıllarda Eric Von Daniken tamamen bilim camiasına karşı gelmişti. Çünkü Palenqe’de Maya taşında uzay aracının içinde direksiyonu hareket ettiren bir pilot gördüğünü açıklamıştır. Bilmeyenler için Teotuican’daki Kolomb figürü en az 2000 yıllıktır yani Palenque bölgesine 750 km’dedir. Bu resimler aynı şeyi temsil ediyor: Aracından ateşler saçan ve öne doğru eğilmiş bir pilot, hareketini yönlendirmesini sağlayan el manivelaları…Bu nedenle Daniken’in yorumunu titizlikle yeniden düşünmek gerekiyor. )

Zaman dışındaki vorteksler öyle çokturlar ki, miktar olarak sayılamazlar. Anatomik ebatlarda kabaca onu canlı bir vücuttaki organları sulamaya yarayan çeşitli kılcal damarlara benzetebiliriz. Uzay geometrisi ölçüsünde de aynı şekilde işlemektedir. Tüm gezegenler birbirlerine tıpkı onun gibi bağlıdırlar ve her yıldız sistemi, diğer yıldız sistemleriyle bağlıdır. Ancak bizim için zaman o kadar önemli değildi ve bazen daha geleneksel bir şekilde evrende seyahat ederdik. Genel olarak pratik nedenlerden dolayı Kadistular çok sık olarak Diranna’ları kullanırlar.

( Palenque taşı. Arkeologlar bu eserde üst rütbeli birisinin olduğunu ve onu Pacal kralına benzettiklerini belirtiyorlar. Maya yer altı dünyasına doğru gitmekte. Diğerleri de Pacal kralından çıkan kozmik bir ağaca benzetmekteler.)

(Not: Aslında zaman dışındaki vorteksler ışıktan daha hızlı bir şekilde bir noktadan bir noktaya evrende seyahati sağlarlar. İnsan gözüyle görülmeyen bu tüneller, dünyalar ve galaksiler arası köprüler gibilerdir. Çok çok kısa dalgalarla titreşirler ve bizim 3B dünyamızda bildiğimiz hiçbir şeye benzemezler. Işık, parçacıklar halinde, yani minnacık partiküllerden oluşuyor. Zamanı olmayan tüneller, sadece takyon türü partiküllerden oluşurlar. Bu partiküller birbirlerine parlaklığı en üst, en yoğun olan ışıkla bağlıdırlar ve ışıktan hızlı hareket ederler. Takyonlar süptil enerji alanları yaratır ve evrende eksik olan kütleyi meydana getirirler. Bugün uzmanlar henüz bunu açıklayamamaktalar. Eski Mısırlılar da kapı ve yıldız kelimelerini aynı şekilde ifade ederler, Seba… Gina’abul, Sümer olarak bakarsak Se-ba (açan aydınlık veya ışığı veren, dağıtan anlamında) olarak görürüz. Bu tanım, hem kapıya hem de yıldızlara uygulanıyordu. Eski Mısırlıların evlerinde pencere yoktu, bunun nedeni de yoğun sıcağın içeri girmesini önlemek içindi. Işığı içeriye getiren tek açıklık dış kapıydı. Sümerlilerin eşsesli hecelemesi sayesinde başka açıklamalar da verebiliriz. Se-ba’ba canlının ışığı veya Se-ba7 ruhun ışığı veya ışığı saçan demektir. Gina’abul Sümer açıklamaları bize Mısırdaki Seba kelimesini anlamamıza yardımcı oluyor, böylece bir tek kapı ve yıldızı ifade etmiyor; eğitim ve öğrenimi de kapsıyor. Hepimiz biliyoruz ki ışık, bilginin eşanlamlısıdır.


(Mühendis ve aeronotik Con Sanderson da Pelnque taşının, uçan bir cismin kesiti olduğuna emin. Detaylı şeması aracın teknolojik olarak rölyeflerini ortaya koymaktadır. )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder