Anton Parks

Anton Parks
İlk resimdeki Sa'am, Enki'dir. Kaynaklara ulaşmak için Anton Parks'ın websitesini resmi tıklayarak ziyaret edin.

26 Şubat 2015 Perşembe

7.BÖLÜM / 3.KISIM

MAMİTU VE SA’AM

Qumran parşömenlerinden alıntı: “Kalbime bilgini açtın ve iyiliğinle beraber kulaklarımı açtın. Fakat kalbim inliyor. Hata ve günahtan dolayı kalbim mum gibi eriyor.”

GİRKU –TİLA NUDİMMUD/MİN-EM-ES

Gezegenimizin yüzeyine döndükten sonra çölün aldatıcı ve sert rüzgarı, Gigirlahımı yaratım odasının yakınına konmama sebep oldu. İçeride faaliyette olan siensiarların bilindik sesi beni yavaşça, uyanıkken gördüğüm o kabustan çekip çıkardı. Her yöne doğru koşan rahibelere bakarsak, gizli görevimizin bilgisi tüm gezegenimize yayılmıştı. Oraları incelerken uzakta Mamitu’nun bir grup rahibeyle sohbet ettiğini gördüm. Yaklaşırken anladım ki Nammu (Mamitu) yatağını paylaşacak olan kişiyi seçecek olan aziz takılarıyla donanmıştı. Mamitu’nun uzun vücudu, dar beyaz bir kılıfa sarılıydı ve dizinin altına kadar yırtmacı vardı; omuzlarıyla kolları da açıkta bırakılmıştı. Göğsünde bir zümrüt, bileklerinde kusigden (altın) ince bilezikler, ayaklarında aynı metalle işlenmiş sandaletler ve ona zarif, törensel bir çekicilik veren bir uyum içindelerdi. Göründüğümde rahibeler sessizce ayrıldılar ve planlamacı kocaman bir gülümsemeyle beni karşıladı. Ruhumun tamamen umutsuzluğa kapılmasına rağmen bir süreliğine yapmış olduğum dehşeti saklayarak, tatlı amacıyla ilgili ona iltifatlar yağdırdım. Onun adına mutlu olmuştum. Mamitu sevecen bir gülümsemeyle bir şey anlatmaya çalıştıysa da yoğun duygudan boğazı düğümledi ve sesi çıkmadı. Bu beklenmedik tepki karşısında şaşırmıştım. Tutkulu arzusunun bir Nungala değil de bana karşı olduğunu hissettiğimde içten ürperdim. Ne kadar da aptaldım! Onun ateşli ve damarlarında dolaşan belirsiz bir alevle yandığını sezdim; bu da neydi böyle?! Onun varlığının derinliklerinde sezmiş olduğum tatlı ve garip duygu, beklenmedik bir hastalık gibi içten onu kemiriyordu. Sessiz kalmam ona çok şey söyledi. Mamitu düşüncelerimi tahmin etmişti. Hem alınmış hem de rahatsız olmuştu. Derimiz yeşilimtraktı ve huzursuz olsak da rengi değişmiyordu ama eğer o anda Mamitunun rengi daha açık olsaydı o zaman utançtan ve karmaşadan kıpkırmızı olduğu görülebilirdi. Sonunda başı dik ve onurlu bir şekilde toparlandı ve benimle konuşmaya karar verdi. “Ee Sa’am, kararıma karşı bir itirazın mı vardı?” “Tabii ki hayır, ancak beklenmedikti. Biraz da uygun değildi, o kadar.”  Ona reverans yapmadan sırtımı dönüp oradan ayrıldım. Bu bir hakaretti ancak kafamda başka sorunlar vardı. Fakat isteklerini kabul etmek zorundaydım. Çünkü kanunlarımıza göre reddetmek söz konusu bile değildi. İsteseydi anında uysal kölesi yapabilirdi beni ve gizli kalmış tüm arzularını doyurmak için beni zorlayabilirdi. Eğer yapabilseydim…Mutlaka  yapardım. Ayaklarına kapanır, seçilen her erkek gibi ona tapardım. Böylece ilahi koruması altında olur ve ilahi prestijinin sayesinde bağışlanabilir veya cezamı hafifletebilirdim. Mamitu benden şehvet objesi yapardı. Bedenimi ona teslim ederek, yatağını paylaşır ve en çılgın, akla hayale gelmeyecek arzularını tatmin etmeye çalışırdım. Çünkü bir rahibenin, bir erkekten beklentisi ne olabilirdi ki? En özel kaprislerini yerine getirmekten başka…Çok yorgundum ve kaderim konusunda hiçbir hayal kurmuyordum. İşkence gören ruhumu düzeltebilmek için laboratuvardan bir köşesine sığındım. Bir an önce karar almalıydım. Tiamata ile görüşüp başından sonuna her şeyi anlatmak mı, ki bu yaratıcıma ihanet etmek bile olsa veya An’ı işini bitirmesine izin vermek mi? Büyük bir bilmece. Her iki seçenekte de benim için iyi bir sonuç yoktu. Felç olmuş gibi geri dönüşü olmayan düşüşümü bekliyordum. Bir süre sonra arkamda, sandaletlerin çıkardığına benzer sesler duydum. Oydu. En kötüsünü bekliyordum. Ona yaşatmış olduğum reddedilişe bakarsak Mamitu bunun telafisi için her şeyi isteyebilirdi. Onuru kırılmış bir rahibenin kızgınlığını çekmeye hazırdım. Yanıma yaklaştı ve beklenmedik bir şekilde nazik elini koluma koydu. “Özür dilerim Sa’am. Biliyorsun uzaktan geliyorum ve uzaklaşmak bana bu uygulamaların tamamen haksız olduğunu, hatta eski bir zamana ait olduğunu bana hatırlatıyor. Umarım çok yakında bu adetler değişir ama henüz değişmedi. Bana kendini zorunlu olarak vermeni istemiyorum. Sana..gerçekten arzu ediyorsan özgürlüğünü verebilirim.”  Tatlı Mamitu. Gerçekten diğerleri gibi değildi. Onu Uras’ta bu kadar uzun süre yalnız kalmak mı böyle yapmıştı? Asla bir rahibe, seçmiş olduğu erkeği özgür bırakmayı kabul etmezdi. Çok güzel olmasının dışında, muhteşem iyi bir kalbi vardı. “Senin özür dilememen gerekiyor, asil Nindigir. Eğer yapabilseydim, teklifini kabul ederdim çünkü etmemek için deli olmak lazım. Benim ve yaratanımın bugüne kadar karşılaştığı en şefkatli nindigirsin. Ancak sana açıklayamayacağım nedenlerden dolayı isteğine cevap veremiyorum. Bil ki ismini öpüyorum ve seçiminden dolayı büyük bir onur duyuyorum.” Bu sözler üzerine Mamitu, asil tavırlarına tekrar büründü. Nazikçe kusig serpiştirilmiş gözkapaklarının altındaki canlı bakışıyla ve çok az makyaj yapılmış dudaklarının kenarındaki bir tebessümle iki kolunu belime dolayarak fısıldadı. “Ne kadar da gizemlisin Sa’am. Ancak kısmen rahatlamıştım. Arzu ederim ki bir tek ismimi öpme. O kadarını da yapabilirsin herhalde.” Bunca zarafet ve inat karşısında afallamıştım. Peki, madem arzusu buydu onu bir öpücükle onurlandırabilirdim. O dönemlerde Ginabullar, Uras’taki gibi öpüşmezlerdi. Eğer bir rahibe öpülme emri verdiyse, dudaklarından değil, ayaklarından öpülürdü. Belki de dişilik karşısında boyun eğişimizin bir göstergesiydi. bacaklarını saran uzun kılıfı takip ederek Saygıdeğer bir şekilde önünde eğildim. Ayakları hafifçe parlıyordu ve bilmediğim, egzotik bir parfümle yıkanmışlardı. Gerçekleştiremeden Mamitu benim seviyeme eğildi. Gözlerimiz birbirlerine daha önce hiç olmadığı kadar yakınlaşmıştı. Çıplak kalan omuzları da parlıyordu ve sarhoş edici b,r parfüm sürünmüştü. Güzelliğinin karşısında esir olmuştum, bunu biliyordu. Rahibe, derin ve canlı bakışlarıyla beni süzdü. Gözlerimiz daha çok kırmızıydı.
Fakat planlamacınınkiler şahane bir bakır rengiydi ve içlerinde sarı, yeşil nüanslar vardı. Ancak bu bir istisna değildi; dikkat etmiştim ki Nindigirlerimizin bazırları parlak yeşil gözlere sahiplerdi. Ortam garip bir biçimde boğucu ve sıcaktı. “Hayır, öyle değil. Bazı Kadistular böyle yapıyor….” Mamitu dudaklarını benimkilerin üzerine koyarak, dilini ağzımın içine soktu. Bu yöntemden dolayı şaşkın bir şekilde, nefesimi tutmam gerekir mi diye düşündüm. Ani bir duygu tüm vücudumu dolaştı, sanki damarlarımda binlerce karınca geziniyormuş gibi. Beni bu garip adetten serbest bıraktığında, aptallaşmış bir halde ağzımda kusige benzeyen metal tadını tanıdım ve hiçbir şeye benzemeyen şekerli bir tat da vardı. Dudaklarım yapış yapıştı. Mantıklı bir söz bulamadan, “ağzının içi de parfümlü mü?” diye sordum. Mamitu gülmeye başladı. Böylesine gülmesi biraz kırıcıydı. “Genç bulug, ağzımın içi değil. Kusig tozuyla karışık, Uras’ın çiçekleriyle yapılmış bir parfüm vardı dudaklarımda.” Çaktırmadan, parıldayan dudaklarına baktım ve gördüm ki gerçekten değerli metal çok ince bir toz halinde sürülmüştü. Çok ciddi bir ses tonuyla, elini yüzümde gezdirerek “yakışıklı Sa’am, asil yatağımı kabul etseydin sana çok şeyler öğretmek isterdim.” “Kutsal Mi (dişi), arkadaşın olmak için seninle yatmam mı gerekiyor?” Gözlerini eğerek tedirgin bir şekilde tekrar baktı. “Yani zevkine göre olmadığımı mı anlamam lazım? Seni anlamıyorum. Tamamen aptal ve anlamsızsın. Ancak sözüm vardı. Bundan sonra serbestsin.” Zavallı dişi, anlayamazdı. Onun gözünde, gese sahip olmayan bir erkek mümkün değildi.  Ayrıca, ilk örneğini temsil etmiş olduğum Anunnaların anatomileri hakkında hiç bilgisi yoktu. Niçin bir erkek seksten yoksun olsundu? Uras’ın planlamacısı Tiamata gibi Amasutumların çok yakında yeniden çocuk doğuracaklarını umuyordu. Tam Mamitu burayı terk edecekken ayağa kalkıp aniden kolunu tuttum, elime gözlerini dikti. “Nasıl cesaret edebilirsin? Yeterince hata yapmadın mı?” Planlamacı, bakışlarıyla beni süzdü. Ancak bu bakışmada, gözlerimdeki savunmasız ifadeyi görünce hemen sakinleşti. “Kaybolmuş küçük çocuk…Halin iyi değil. Tek bir arzum var; o da, eğer yapabilrsem sana yardım etmek. Oğlum bana açıl. İlk karşılaşmamızdan beri bana yalan söylüyorsun. Sen ki, ağır bir sırrı gizlemek için durmadan zaman harcıyorsun. Bu sefer dürüst olabilir ve yaratıcını unutabilir misin?” Hayret verici rahibe!.. muhteşem öngörülü. Niamaya sahip olmamasına rağmen her şeye bir cevabı var. Bana karşı duyguları içten. Bazen rahibeler oğlum kelimesini kullanırlardı Ginabul erkeklere hitap ederken. Her seferinde Tiamata veya bir rahibe bana bu şekilde seslendiğinde gerçek beni yakalıyordu ve bana rahibelerin oğulları olduğumuzu hatırlatıyordu.
(Not: Amasutumlar anaerkil bir sistem düzenlemişlerdi ve dişiler orada bir otoriteydi. Matriaka (anaerkil) Latincede Mater Anne demek ve Yunanca da Arekhe yöneten, Sümercede Materin hecelenmesi Ma-te-er, yani yaratan ve düzenleyen anlamında. Sümerdeki Te yani yaratım veya temel yapım ilkel piktografik olarak aynı şekli alır. Bu da birbirine yaklaşan iki yıldızdır. Demektir ki çok eski bir dönemde Te ve Mul aynı anlama gelmekte. Bu keşif bize Mate-eri şöyle tercüme etmemizi sağlıyor; yıldızları düzenleyen. Bu da Amasutumların uyguladığı planlama rolüne de uygundur.)
“Asil Kadistu bana gerçekten yardıma hazır mısın? Gerçekler bazen acıdır.” Mamitu yeniden canlı gülüşüne döndü. “Dürüstlük beni hiçbir zaman korkutmamıştır, her şeye hazırım. Evet, sana yardım etmek isterim. İstiyorum. Emrediyorum.”  Acaba bu, kısmen de olsa işkencemin bitişi miydi? Böyle uzanan bir eli nasıl geri iterdim? İtiraflarım nasıl bir şok yaratacaktı ve beni güvensizlik ve tiksintiyle geri mi itecekti? Aslında soru sorma saati değildi. An’ın bana vermiş olduğu isme artık layık değildim. Kendime karşı dürüst olma zamanı gelmişti. Biraz tereddütten sonra, düşünce gücüyle Mamitu’ya her şeyi  açıklamaya karar verdim. Ona huzursuz olmamasını ve bana, yapacağım işlerde bana güvenmesini istedim. Sağ elimi alnına koyarak, altıncı ana eagramı açtım.
Üst yeteneklerin kutsal yeri olan altıncı eagra (çakra). Göz açıp kapayana kadar, yaradılışımdan şu ana değin neler yaşadığımı ona yansıtarak gösterdim. Bu utanmaz hikayenin tümü ona aktarıldı. Sadece birkaç günden beri yaşıyordum ama açıklamam gereken pek çok sır vardı. Her şeyi ona aktardım. An’ın dehşetli dümeni, şeytansı planı, onu coşturan çılgınlığı ve kötülüğü, onu korumak için yalanlarımı, gesimin hiç olmadığı, Anunnaların gerçek amacı, Abzu Abba’nın ölümü…Özet olarak uyanık bir kabusun enkarnasyonunu… Gözlerimi açtığımda Mamitu dehşet ve sıkıntı içinde iki eliyle koluma sarılmıştı. Kolumu ondan çektim. Titreyerek ve sinir krizi geçirmek üzereyken bayılarak yere yığılıyordu ki parmak uçlarımla onu düşmeden tuttum. Kollarımın arasına alarak dikkatlice onu tamamen şaşırmış olan rahibelerin gözü önünde götürdüm. Huzursuzlanmışlardı. Gördüm ki bunların büyük kısmı bayılmanın nedeni hakkında ve benim onların arasında bulunmamla ilgili sorular soruyorlardı. Gerçek bir söylenti ve merak oluşturuyordum. Onları rahatlatarak Mamitu’yu dairesine götürdüğümü söyledim. O anda matrislerin açılma süresinin geldiğini belirten sinyal duyuldu. Onlara, yeni varlıkları karşılamalarını ve yeni bir emir gelene kadar üretim zincirini durdurmalarını söyledim. Şansıma, artık dışarıda rüzgar esmiyordu. Planlamacının evi ana meydanın ucunda, gün ışığının doğru düzgün girmediği küçük bir sokaktaydı. Evinin kapısından girerken garip bir müzik duyuldu. Metalik, uyumlu, uzak diyarların şarkılarıyla karıştırılmış, çok nadir bir özellikte, törensel bir melodi oluşturmuşlardı. Loş ışık tüm daireyi aydınlatıyordu. Yerlerde kristaller vardı. Büyük bir ihtimalle bu huzur verici yer, rahibenin ihtiyacı olan tüm özelliklere sahipti. Yatağında. Rengârenk, yığılmış duran yastıkların ortasına doğru onu uzattım. Mamitu hala baygındı ve yumuşak yüzündeki huzur dolu ifadesi beni bir nebze rahatlattı. Bir süre onu izledikten sonra etkileyici bir havası olduğunu ve çok güzel olduğunu kendi kendime tekrarladım. Gözlerim vücudunda dolaştı ve ellerinin birinin üzerinde durdu; aniden gördüm ki Gagsisa (sirius) sisteminin varlıklarının damgasını taşıyordu. Elleri çok hafif perdeliydi. Mamitu’Nun bu muhteşem yerden geldiğini kesinlikle bilmiyordum. Gagsisa, Gina’abul dişileri ve müttefikleri ve Kadistular için planlamacıların konfederasyonunun en önemli istasyonuydu. Bu keşiften etkilenmiştim. Çünkü gördüm ki benim ellerim de onunkilere benziyordu. Benimkiler Mamitu’nunkiler kadar bariz değildi, sanki yaratıcım Gagsisa izini silmeye çalışmış gibiydi. Bu yıldızla özel bir bağlantım mı vardı? Mümkün görünmüyordu çünkü An’ın kesinlikle öyle bir bağının olma olasılığı yoktu. Yatakta onun yanında oturuyordum. Benimle paylaşmayı çok arzuladığı meşhur yatak… ve gördüm ki onun yanına uzanmak bile hiçbir şey yapmasam da beni arzulu duygulara sevk etti. Bunu anlayınca kendimi yataktan uzaklaştırdım. Meraklı bir şekilde bir rahibenin evinin neye benzeyebileceğini görmek ve bir fikir edinmek için gezinmeye başladım. Şaşırtıcı objeler serpiştirilmişti ve uzak, egzotik hava bana hemen Ti-ama-te (güneş sistemini) ve Uras gezegenini hatırlattı. Mamitu’nun görevlerini göz önünde bulundurursak yanılmam imkânsızdı. Ancak bazı objeler bana çok net bir şeyler anımsattı. Bu nasıl olabilirdi? An, hiçbir zaman Ti-ama-te sistemine ayak basmamıştı! Çıkmış olduğum genetik karışımdan kaynaklanan hatıralar mıydı? Eğer yaratıcım Uras’a ayak basmış olsa benden niye saklasındı ki? Hayır aslında dığru soru, benden gizleyecek daha neleri vardı acaba? Bu aptal, yol bulma oyunun oynadığımı sanarken kaderin, yaratıcım ve benim için öğreteceği daha çok şeyler vardı. “Bu bir iliku (Urastan gelen bir çeşit kaşık).” Objeyi yerine koyarak Mamitu’nun yatakta gururla, kafası dik, sırtı düz ve iki bacağı ve ayaklarının narince işlenmiş yastıkların arasına gömdüğünü gördüm. Yüzü ifadesizdi. Niama sayesinde düşüncelerini inceleyebilirdim ama yapmadım. Planlamacı narin elleriyle yavaşça yatağa vurarak beni yanına çağırdı. En kötü azarları bekliyordum. O ağzını açmadan ben konuşmaya başladım. “Aziz Nindigir, zaman kaybetmeden eresimizin önüne çıkacağım ve Gina’abulların ve Amasutumların onuru için teslim olacağım.”
“Genç Alagni, hiçbir şey yapmayacaksın. Tiamatenin önünde seni ben savunacağım. Çünkü Nitahlamının (metres) onurunu ve şerefini savunacak olan Nindigirdir. Şaşkınlık içinde başım dönmeye başlamıştı. Bütün bu gördüklerinden sonra beni Nitahlamı olarak halen nasıl arzulayabilirdi? Bu rahibe ya bonkör ya deli ya da her ikisiydi. “Seçimin beni şaşırttı. Sadakana ihtiyacım yok, tek başıma halledebilirim. Senin Nitahlamın olma şerefini hak etmiyorum. Ayrıca sana ne verebilirim ki?” “Ana Kaynak adına, davranışın hem küstah hem derinden hakaretane Sa’am; kaderine ağlamayı bırak. Hiçbir Alagni canavar olmak zorunda değil; yaratıcısı öyle olsa bile. İncesin, akıllısın fakat çok inatçısın. Bu senin An’la tek ortak noktan ve aynı zamanda tek defon. Sende çok etkileyici şeyler gördüm; bu da senin An’ın tam izi olmadığını bana düşündürdü. Onun sahip olmadığı olumlu noktalar var, sağduyu gibi. Eğer SA’nını erkek olarak onurlandırır ve kanunlarımıza uyarak bana güvenirsen, kendini tanıman için sana yardımcı olurum.
(San, paleobabilonian dönemde, rahibelerin ve kadınların gizli diyalekti olan emesal dilindeki bir terimdir. Kadınların aralarında ve tanrılarla iletişim kurmak için emesal dili kullanılırdı. Tamamen kadınlara ait olan bu diyalekt hiçbir erkek tarafından kullanılamazdı sadece Kalu rahipleri (hadım olanlar) kullanabiliyordu. Eme-sal terimi hem kadınların dili hem de rafine dil anlamına gelmekte. Emesa diliyle karıştırılmamalı. O ki matris dili, yani bizi ilgilendiren tarihteki rahibelerin kullandığı dildir. Emesal dili emesa’nın içinden çıkmaktadır. Bu da Sümer Asiro ve Babilon dillerinde bulduğumuz fonetik lisan, Sümerden de eski bir dil olduğunu gösteriyor.)

         Ben bu kelimeyi bilmiyordum, büyük bir ihtimalle rahibelerin matris dilinin bir parçasıydı. Bu kelimeden şunu anlıyordum; gökten gelen, iyi yapan veya göğün beğendiği… anlamsız bir ifadeyle bakıyordum. Mamitu bunalarak bana “ugunu (metres)” dedi. “Asil Mamitu ben sana böyle bir şerefte bulunamam. Bana biraz önce verdiğin özgürlük sözünü unutmuş durumdasın. Nasıl…” “Yeter seni dinlemek istemiyorum. Beni onurlandıracaksın, bilmiyorsan ben sana nasıl yapacağını göstereceğim. Tepkin çok ilkel ve aşağılayıcı. Siz erkekler, zannediyorsunuz ki bütün nindigirler seks düşkünü ve muhtacıdır. Sa’am seni bundan daha ince zannederdim. Görüyorum ki sana öğretecek çok şeyim var. Ayrıca benim bir Kadistu olduğumu da ve görevimi çok ciddiye aldığımı da unutuyorsun. Sana verdiğim söze gelince, unutmadım ancak bana anlattığın trajik hikayeden önceydi bu. Bana göndermiş olduğun görüntülerden neler yapabileceğini de görmüş oldum. Eğer Abzu Abba’dan önce onu yok etmeseydin o seni yok edecekti, halkımız için büyük bir tehlike arz ediyorsun bu nedenle de seni özgür bırakama. Şu ana kadar Tiamata’nın ve yaratıcının istediği gibi emrindeydim. Şimdi seni nitahlam (aşığım) olarak alıyorum. Başka seçeneğin yok. Bundan sonra sen beni dinleyeceksin, benim sorumluluğumdasın ve yakında artık bir olacağız.işte iğrenç yaratıcının beklemediği bir şey… Sen de o da bu fikre artık alışacaksınız.” Mamitu sakinleşti ve ışıltılı büyük gözleriyle bana baktı. Asil bir şekilde yatağın üzerine diz çöktü ve elimi eline aldı. Hatları yumuşamıştı. “Sa’am sana karşı hiçbir kızgınlığım yok. Söylediğim gibi sana yardımcı olmak istiyorum. Çünkü bu korkunç ve karanlık olayları öğrenmden önce sana ilgim vardı. Bil ki sana olan duygularım değişmedi, ayrıca güvenilirliğini bana gösterdin. Uzanacak bir el arıyordun sana benimkini veriyorum. Beraberce halkımızın barışı için çalışacağız. Hangisini tercih edersin; bir Ean (metres)nın huzurlu, keyifli ve etkili hayatı mı veya tersini mi?” Cevap vermedim, tamamen kapana kısılmıştım. Birkaç dakikada Mamitu büyük bir güçle bana saygınlık ve itaatkarlığı öğretmişti. Ancak bu güzel sözlerin karşısında bir erkeği nasıl elde edebileceini bilen güçlü bir rahibe görüyordum.

Bunu isteyerek yapmadığını görmem de bu durumu biraz daha karışık hale getiriyordu. “tamam, hemen Tiamata’ya gidip görüşeceim ve bütün hikayeyi ona anlatacağım. Bu vesileyle haklarını da isteyeceğim. Sen Abzu’nun Lugal’ı (sahibi)sın ve yıldız sistemimiz dışında da birçok toprağa sahipsin. Üç ud (gün) boyunca üzerimde tug-lamahus (kıyafeti) geleneğimiz dolayısla üzerimde taşıyacağım ve üç ud sonra seni yatağıma alacağım ve bu nindigiri onore edeceksin.”  Konuşmamızdan beri ilk kez Uras’ın rahibesinin yüzünde tebessüm vardı. Yumuşacık yastıkların arasından çıkan ayaklarına bir göz atarak onları öpmemi işaret etti. “Bu sefer böyle öpebilirsin.” Görevimi yerine getirip hiçbir şey demeden oradan ayrıldım. Bu şekilde özgürlüğümü kaybetmek beni isyana sevk ediyordu. Mamitu’nun verdiği ceza bana büyük bir ihanet gibi görünüyordu. Yaratıcımın güvenine ihanet etmiş ve aynı zamanda da tek arkadaşımı kaybetmiş duygusuna kapıldım. Evet… Planlamacı beni zirziyle yok edilmekten kurtarmıştı ama ne pahasına… Daha önce An’ın disiplinli kölesiydim, artık başka birisi hayatımı yönlendiriyordu. Eğer bu anatomik anormalliğe sahip olmasaydım Mamitu’nun seçimini seve seve kabul ederdim, onu onore de edebilirdim oysa şimdi ona verebileceğim hiçbir şey yoktu. Bu korku beni terörize ediyordu. Korkuyla karışık, onur kırıklığının hissiyatı tarafından esir alınmışken, yaratım odasına dönüştürülmüş hangara gittim. Rahibeler yokluğumda 703 yeni sipesimen (örnek) yapmışlardı. Yani şu anda elimizde tam 1668 Nungal mevcuttu, yine de hala yeterli değildi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder