Anton Parks

Anton Parks
İlk resimdeki Sa'am, Enki'dir. Kaynaklara ulaşmak için Anton Parks'ın websitesini resmi tıklayarak ziyaret edin.

26 Şubat 2015 Perşembe

7.BÖLÜM / 4.KISIM

ÖĞRETMEN ve ÖĞRENCİSİ

Naghammadr’deki tabletlerden alıntı : “Güç tarafından gönderildim. Ben ilk ve sonum. Onurlandırılan ve nefret edilen, fahişe ve azize, eş ve bakire, ben anne ve kızım. Annemin vücudunun bölümleriyim. Ben temizim ve birçok oğlum var. Hem evliyim hem bekarım. Doğruranım ve doğurmamış olanım. Ben barışım, ancak savaş benim hakkımdan geldi. Ben maddeyim ve hiçbir maddesi olmayanım. Benimle beraber olmayan, beni bilmeyenlerdir. Benim madde olanlar, beni bilenlerdir.”

(Not: Aralık 1945’te Mısır’ın Naghammadi bölgesine yakın Sheneset’de Papirüs üzerinde 13 ciltten oluşan ve toplam 1196 sayfalık, içinde 55 anlaşma olan yani bir kütüphane olan büyük bir küp bulundu. Gnostik dökümanlar (bu terim gnosisden gelmekte ve bu da bilgi anlamındadır.) Kıpti dilinde yazılmış ve tarihleri de 3. 5. asırlara dayanır. Halen bugün bu önenmli evrakları saklayanların kimlikleri hakkında rivayetler vardır. Büyük bir ihtimalle onları korumak ve gelecek nesillere aktarmak için bırakmışlardır. Bazılarına göre Seth topluluğuna ait oldukları söylenmekte… Tahminimce Mısır’In gnostik toplulukları bu metinleri saklamışlar ve ilk hristiyanlar tarafından yapılan bir dolu katliamla beraber yavaş yavaş kaybolmuşlardır. Bu metinlerin dağıtımlarıyla birlikte ortaya çıkan pek çok engel bize neden bunca asırdır halk tarafından hiç bilinmeyişlerinin de bir açıklaması olabilir. Çeşitli tartışmalar neticesinde bugün bu metinlerin hepsi Kahire’deki Copde müzesinde yeniden bir araya getirildi. İngilizce’ye tercüme edilmeye çalışılsa da Naghammadi metinler hala pek anlaşılamamaktadır. Bu ilginç, eski gnostik metinleri saran garip bir sessizlik var. Keşfedildiklerinde büyük sansasyonlar olmuştu. İki yıl sonra Ölüdeniz’deki Esseni parşömenleri ortaya çıktı. Esseni metinleri, primitif Hristiyanlıktaki metinlerle oldukça benzeyen yönlere sahip olmasına rağmen Naghammadi metinleriyle hiçbir benzerlik göstermiyordu. Naghammadi’de bulunan metinlerde Yahudi ve Hristiyan metinlerde verilmek istenenler yoktur. Orada da bir Tanrı’dan, varlıktan bahsediliyor, ancak Demiurg veya Archonte adları altında Dünya’yı yaratan Tanrıya benzeyen, kutsal bir varlıktan bahsedilir ancak daha düşük seviyeli bir Tanrı’dır bu. Şu andaki insan vücudunu ve Dünyayı iyi yaratamamış bir yapımcı olarak anlatılır. Demiurge kendini Tanrı zannetmekte ancak gerçek Tanrı değil, daha doğrusu kötü bir melektir. Archon adında birçok melek emrindedir. Bunlar da kötücül güçlerdir. Şefleri gibi onlar da gerçek Tanrı’yı tanımıyorlardı (Ana Kaynak) çünkü onlar kendilerini Tanrı zannediyorlardı. Bu gnostik metinlerden, dişi türünün kutsallığını öğreniyoruz. Adı Sophia’dır. Yunanca’da bilge veya Barbelo. Kadın tipindeki Sophia aslında İlk ana yapım yöntemini başlatan, spiritüelliği ve Ana İnsanlığı getirendi fakat Demiurge’un ve gökten gelen Archonlarının açgözlülüğü ve kötülüğü nedeniyle İnsanlık acımasız bir dünyaya doğru sürüklenmeye başlar. Spiritüel yapıları da giderek hayvani vücutlara dönüşür. İsa gnostik metinlerde de mevcuttu; bir kurtacı ama daha çok bir itirafçı olarak. O gerçek Tanrının dünyaya kim olduğunu itiraf eden ve aynı zamanda Demurge’un ve Archonlarını, yani düzenbazlarını açıklayan kişiydi. Çeşitli incelemelerimizde Naghammadi metinlerine dönceğiz. Bize Tiamata’Nın rahibeleri hakkında çok net bilgiler verecekler. Rahibeler Sophia adı altında yani bilgeler olarak geçerler. Anunnalar Archon yani kötü güçler, Demiurge ise
sahte tanrıdır. )


NUDİMMUD-MİN-ME-LİMMU

         Ona verebilecek hiçbir şeyim yok. Bu cümle uzun bir süre beynimde dolaşıp durdu. Ta ki zihnimde dehşet bir ışık çakana kadar… Uras’ın planlamacısı bana nazikçe artık Abzu’nun sahibi olduğumu belirtmişti ve böylece birçok alana da sahiptim. Yani istemeden çeşitli kolonilerimizin Abzuları bana miras kalmış oluyordu. Bunu aslında biliyordum ama hiç önemsememiştim. Bu durum Mamitu’nun gözünden kaçmamıştı. İşlerimle ilgilenmesinin sebebi sevginden miydi yoksa kendi menfaatleri için mi… Ugunum (metresim) olunca Mamitutu tüm varlığıma da sahip olacaktı. Bu soru hakkında daha net bir fikir edinmek için yeterli bilgim yoktu. Bu nedenle bir sonraki görüşmemde Niamayı kullanarak hafızasını inceleyip rahatlayacaktım. Düşüncelerimi unutabilmek için durmaksızın çalıştım. Zaman çok hızlı bir şekilde akıyordu. Üç gün içinde ek olarak 1418 Nungal daha yapmıştım. Mamitu’dan hiç haber yoktu ve kraliçemizle görüşmesinin neticesini hala bilemiyordum. Kaderimi kabullenmeye ve Tiamata’nın vereceği cezayı çekmeye hazırdım. Günün sonunda Ankida’ya karanlık çöktüğünde bir rahibe bana gelerek büyük Mamitu Nammu’nun evine gitmem gerektiğini söyledi. Korkulan an gelmişti. Alacakaranlıkta yola çıktım ve semaya gözlerimi kaldırdım. Göğümüzde yıldızlar yavaş yavaş yayılıyor ve arkamda bulunan uzak bir ufukta da güneş çıkmaya başlıyordu. Gözlerimi kısarak sonsuz büyüye doğru yani Upsu-ukinna’yı inceliyordum. Upsu-ukinna Pleiadesin beşinci yıldızı… Yaratıcımla yeniden temasa geçmeyeli birkaç gün olmuştu ancak olayların gidişatına bakılırsa tekrar harekete geçmememdeki vicdan azabım yok olmuştu. Planlamacının yanına girmeden önce dışarıdan hiçbir giriş yapılmaması için eagralırımı (çakra) kapattığımdan emin oldum. Mamitu ile olacaklar mutlaka gizli kalmalıydı. Aslında tam olarak ne olacaktı? Planlamacının kapısından geçerek umutsuz bir dilekte bulunduğumu hatırlıyorum. Baş edemeyeceğim şey gerçekleşeceğine keşke hapse atılsaydım.
Antreye gelince, vazo içinde bulunan bir tütsüden çıkan ince koku burnumu yaktı. Böylece hapsin veya zirzilerin gündemde olmadığını da anladım. Geniş bir gülümsemeyle Mamitu ayakta duruyordu ve asilce içeri girmemi söyledi. Bir reverans yaparak ona yaklaştım ve aynı zamanda gizlice kendime söz vermiş olduğum şeyi yaptım; gerçek amacının incelemek. Soğuk bir panik dalgası tüm vücudumu sardı. Bir kez daha anladım ki Mamitu’Nun bana karşı hiçbir kötü fikri yoktu, sadece bana aşık olmuştu. Tüm Eagraları mavi bir renkle tam bir uyum içinde dönüyorlardı. İçimde git gide yükselen bir şefkat duygusu vardı, bana tamamen yabancı olan bu duyguyu benimle paylaşmak istiyordu. Yaratım odasında onda keşfetmiş olduğum bu iç ateş, planlamacımı git gide sarıyordu. “yaklaş oğlum, sen ki Nungallarımızın Barag’ısın (kral) Gel öğrenimine başla ve planlamanın özünü deneyimle.” “Ne oldu…” Yaklaşmaktaki tereddütümü görünce nazik eliyle ağzımı kapattı “sus, Tiamata konusunda huzursuz olma, daha sonra konuşuruz. Her şey yolunda…” Yüzümü okşadı, bir elimi alarak kusig (altın)le bezenmiş kirpiklerine götürdü. Mamitu ilk görüşmemizden beri hiç değişmemişti. Tutkulu rahibe aparatını taşıyordu ve ayaklarıyla omuzlarında parlayan cisimler vardı. Sadece parfümü değişikti. Nilüfer esansını hatırlatıyordu. Mamitu beni kollarına alarak sıktı. Benden bir parça daha kısaydı ve parmak uçlarına doğru yükseldi. Beni deneyimsiz ve çekingen görünce parmaklarımı vücudununun şekillerini keşfetmem için yönlendirdi. Dairesindeki sıcak hava içinde, iki elimi sırtına götürerek beyaz elbisesinin düğmelerini açtırdı. Zorlukla açtım, o kadar vücudunu sıkıyordu ki elbise aşağı düşmedi. Sakin bir şekilde beni bakışıyla hapsederek yavaşça göğüslerini ortaya çıkardı. Elbisesi o kadar dardı ki güçlükle indirdim. Parmaklarım parlıyordu ve hafif yapışkan olmuştu. O anda anladım ki bütün vücudu parlak bir maddeyle kaplanmıştı. Bu ilahi madde çok şeffaftı fakat gözle görülebiliyordu. Diz hizasına gelince elbisesi birden ayakları dibine düştü. Ayağa kalktığımda Mamitu çıplak vücudunu bana dolayarak yanağını yüzüme bastırdı. Yeniden planlamacıların garip adeti olan bu tuhaf uygulamayı dudağıma yaptı. Dili ağzımın içine girmişti. Beş kez dolandıktan sonra salyalarımız birbirine karıştı. Birden nabzımın atışı sandığım şey damarlarımdaki kanını atışıydı. Seksi bir şekilde Mamitu benim yeşil kıyafetimi çıkararak odanın diğer ucuna fırlattı. Son anda ayakkabılarımı da çıkartarak yatağına beni sürükledi ve minderlerin üzerine yatırdı. Hassas dudakları bir tüy gibi vücuduma dokundu ve çıplak vücudumun her yerinde gezdi. Tamamen onun esiri olmuştum. Ancak planlayıcım medeniyet göstererek, kalçamdan aşağı hiç inmeyerek gözlerimin içine nazikçe baktı ve elini koydu. Yavaşça kulağıma “evet aseksüelsin ama senden bir Nungal yapacağım ve sen en büyük Nungal sen olacaksın.” Bu garip sözlerden sonra Mamitu ellerimi alarak ağır bir şekilde çeşitli anasagraların bulunduğu yer ve bölgeleri tek tek gösterdi. Cinsel organım yoktu ancak Mamitu benim ellerimi ve enerjinin alış verişini yapacak uzman eller haline getirecekti. Onu güldüren birkaç deneyimden sonra bana öğretmiş olduğu jestleri titizlikle yapmaya çalıştım. “Teskug’u (kutsal seks) Usumgalların adlandırmuş olduğu Kundaliniyi uyandırmadan yapamazsın. Bunu duymuşsundur. Büyük bir ihtimalle meditasyon yaparak onu zaten uyandırıyorsun.” “Evet Kundaliniyi biliyorum. Her birimizin içinde olan gizli enerjiyi idare eden, bu enerji sonsuz ve en üst farkındalık halidir. Onsuz niamayı kullanamam. Kundalini aktif olmadığında varlık bir anca hayvandır, o aktif olamadığında gerçek bir anlayış ortaya çıkmaz.” “Bravo çocuğum, o halde bildiğin üzere Kundalini ana yedi eagranın ilki seviyesinde bir mus (yılan) gibi çöreklenmiş durumda. Ona da muladhara deniyor. Ancak bilmediğin kundalinin dişi olduğudur. Ana enerji her şeyin matrisi. İşte bizi uga-mus yılanın halkına asimile etmelerinin asıl nedenini öğrenmiş oldun.

(not: Hindu felsefesinde kundalini halkaları yapan ve genital bölgede bulunan iki suptil akıma bölünmekte. (ida ve pingala) ve omuriliğe doğru iki yılan gibi birbirine dolanarak çıkarlar. Bu iki akım birbirine zıt şekilde dolanmakta ve bir nevi merdiven oluşturarak yedi ana çakradan geçerler. Buda uygulama yapan için bu enerjiyi yükseltmelerini evrensel yaradana yaklaşmaları ve aydınlanmayı ancak aynı zamanda da iç kutsallığa yaklaşmayı da sağlar. Kundalinin Sümer dilindeki açıklaması bize hem derin hemde ana ifadesini verecek. Kun merdiven , da güç, li alevlenmek parlamak, ni vücut yani kundalini vücudu alevlendiren güçlü merdiven demektir.  İlk 7 çakranın Sanskrit ismi muladhara (kökün yeri) en alt kısımda bulunmakta (omuriliğin en altında). Dil bilimciler memnun olmayacak. Bu terim tanrılar dilinde: mul-ad-hara olarak tercüme edilir. Buda kaseden yayılan aydınlık anlamına gelir. bir kez açıldığında muladhara diğer enerji merkezlerine doğru bir açılmayı sağlamaktadır. Tramplen rolü oynamaktadır. Kasenin manası daha sonra ki bölümlerimizde ana tanrıçayla olan kutsal birleşim de ele alınacaktır. Bu konu kundalinin ezoterik gerçek tanımıyla ve sembolüyle alakalı. )


“Her birimiz kundalinin yükseliş bilimine sahibiz. Kısmen bildiğin mistik yolu da uygularız. Ya da seks yolunu. Kundalini eagralarımız üzerinde etki yaparak titreşim ve enerji sağlar. Sıvılarımızın kimyasal yapısı üzerinde de etkisi vardır. Sonra bu enerji cinsel organımıza akan sıvılarla birleşmekte. Gördüğün gibi kundalini bize de güç getirmekte. Ancak niama ile hiçbir ilgisi yoktur. Biz amasutumlar daha çok kundalimi demeyi tercih ediyoruz. Neden biliyor musun? Kundaliniyi heceledim. ve bin merdiven gücü? Bu bin rakamının burada ne işi vardı anlamadım. Ancak birden hatırladım ki bu rakam sonsuzluğu temsil ediyordu. “Kundalini sonsuzluğun merdiven gücü mü?”
“çok iyi ancak bilmen gerekiyor ki bu rakam bizim için taltal’ı (bilgeliği) temsil ediyor. Yani kundalini taltalın merdiven gücüdür.”
Böylece Mamitu ve ben meditasyonlarla çok uzun süren çeşitli egzersizler yapmaya başladık. Öğrendiğim her şeyi silmem gerekti. Meditasyonlarım hiçbir zaman 7 sagrayı çalıştırmamıştı. Aslında meditasyonumda hiçbir zaman kundalini enerjisini yukarı doğru yükseltme alışkanlığım yoktu. Ben niama kullanıyordum. Bu doğuştan otomatiğe bağlanmıştı. Genlerimde yazılı olan bu refleks eagralarımı göz açıp kapayana kadar harekete geçiriyordu. Usumgalların gücünün anahtarı buradaydı. Ama aynı zamanda da bu bir zayıflıktı. Çünkü çok çabuk yoruluyorlardı. Mamitu’nun bana öğretmeye çalıştığı bu meditasyon yöntemi bana dişilerimizle aynı zaman kavramında yaşamadığımızı öğretti. Biz erkekler çok kötü bir şekilde acele etme alışkanlığına sahiptik. Sakince davranmam benim için tamamen yeni olan başka bir zaman boyutuna çekmişti. Bu zor çalışmadan sonra bütün zihnim tuhaf görüntülerle kaplanmıştı. Her yerden vizyon ve ışık huzmeleri geliyordu. Hem inanılmaz hem tanımlanamazdı. Çok nadir olan netlik anlarımda Mamitu’nun vücudunun benimle senkronize olduğunu gördüm. Ve planlama işinin olumlu gittiğini anladım. Seksin iki cinsin teması olduğunu düşünüyordum fakat bu egzersiz bana öyle olmadığını gösterdi. İnanılmaz olan gerçekleşti. Enerji transferi ve bilgi alışverişi doğru bir şekilde çalıştı.

(not: Mamitu ve Sa’am hindistanda uygulanan kutsal seksi gerçekleştirmişlerdi. Tantra adı altında bilinen eserlerde. Bu metinler kozmoloji, yoga ve ana tanrıçaya nasıl davranılacağını belirleyen kuralları içerir. Özet olarak tantrizm dişi ibadetine dayanmaktadır. Ve bunu spiritüel yöntemlerle uygulamaktadır.
Ve kozmosun doğasını insanoğlunun süptil yapısına entegre etmektedir. İki tane tantrik yöntem vardır. Mistik olan. Tek yada çok kişi ile yapılan meditasyon yöntemi. Ve somut olan. İki cinsin birleşimi yöntemi. Ancak her ikisinin de tek amacı vardır. Seksüel enerjiyi omuriliğinden (kundaliniden) yedi ana çakradan geçirerek uygulayanları daha üst bilinç seviyesine yükseltmektir. Böyle bir yöntem sonsuz varlığı kutsal bir aydınlatmaya doğru götürür. Tepe çakradan bir ışık yükselişi hissedilir. Tantra kelimesinin Sümerce tan-ta-ra. Tercümesi ışık getiren veya saflaştıran anlamındadır. )
         Bu egzersizlerimizin sonunda beni kollarının arasına aldı. Mamitu’nun da göndermiş olduğu bir dolu görüntülerin halen şoku altındaydım. Bunca yumuşaklık ve zarafet içinde ona karşı olan tüm şüphelerim de yok olmuştu.
“Yumuşak ve arzulanan Nindigir,lütfen, senden şüphe ettiğim için özürlerimi kabul et.
Ölçülemez bir iyiliğe sahipsin. Bense zavallı bir alagniyim ve ne pahasına olursa olsun senin ve Amasutumların hizmetindeyim.”
“Asil Am, senden başka türlüsünü beklemezdim ancak lütfen kendini suistimal edip durma. Duygusal ve iyi bir varlıksın ancak aynı zamanda da yaradanının zayıf bir kopyası…Rahat ol, niyetim seni kölem yapmak değil. Nitahlamum yapmak ve senin kutsal destekçin olmak. Amasutumlar bir erkeğin bir nindigir kadar hassas olabileceğini görecekler. Rüyalarımda sıklıkla gördüğüm varlık sensin. Nedenini henüz bilemesem de Amasutumlar sana ömür boyu minnettar olacaklar.”
Neden bahsediyordu? Mamitu geleceği mi görüyordu yoksa?
“Sa’am yeteneklisin. An seni öyle bir proglamladı ki hiçbir zaman farkına varma diye… Seni amaçları için kullanabilmek adına bir Anunna olarak yaratmış. Herkes bilir ki yarım bir varlık, her zaman yaratıcısına daha iyi hizmet eder.”
Mamitu, yatağın üzerinde dizlerinin üzerine kalkarak başımı göğsüne yasladı. Planlamacı anaçtı. Bunu tanımlayacağım en doğru kelime buydu.
“Oğülum şüphelerini biliyorum, babanın tırnaklarından seni koruyacağım. Artık bana güvenmektesin ve barış için doğru seçimleri beraber yapmak için çalışabileceğiz.”
“Barış için nasıl çalışabilirim? Baragımızı öldürdüm!”
“Tiamata eşinin zayıf yönlerini çok iyi biliyordu. Yok olmasına üzüldü ve ilk defa haklı olmasına rağmen onu dinlemediği için de kendisine kızmakta. Ancak onu deli ve yerinde duramaz biri olarak görüyorduk. Eres (kraliçemiz) bir gün onun güçlerinin kendine döneceğini ve başkasının onun yerini alacağını biliyordu. Bir Usumgalın onun yerini alacağından korkardık ve Tiamat’a abzu’nun yeni baragının benim metresim olduğunu bilmesi onu rahatlattı. Yanımda olmanın senin için bir güvence olduğunu ve kararlarıma karşı da sonsuz bir güveni olduğunu biliyorum. Benimle beraber olan bu birleşme de düşünceleri yumuşatacaktır. Bu itirafların sayesinde Tiamata ile beraber Sukkallarla temasa geçtik ve onlar şu anda MulMul (pleiades) a doğru yönelmekteler, An’In olduğu gezegeni Duku’yu incelemek için. Orada bulunan birkaç nindigirimizle temasa geçecekler.”  Yerimden sıçradım. Eğer nindigirlerimizle temasa geçerlerse hepsi öldürülürler. Mutlaka durdurulması lazım.” “Sevgili nitahlamım korkma, bu yine senin yratıcının sana yapmış olduğu programlardan birinin neticesidir. Lütfen kafandan bu çirkin düşünceyi çıkar. Çünkü biliyorsun ki ne kadar çok bunu düşünürsen o kadar da kolayca yaratırsın. Niamaya sahipsin. Kendine ve bize karşı dönebilecek bir güç olarak kullanma onu. Sevgili erkeğim, düşüncelerin kölesi olma.”
Mamitu çok aydındı ama bazı konularda da çok inatçıydı.
“Sevgili Nammu (kaderlerden sorumlu dişi), ben bir erkek değilim ve bir kadistu da değilim.”
Rahibe gözlerini yukarıya doğru kaldırarak başını salladı. “Yanılıyorsun Sa’am şu anda tam eğitim aşamasındasın ve gördüğüm kadarıyla çok iyi gidiyorsun. Sana iletmiş olduğum görüntüleri kanalize etmeyi başardın ve bunu da sadece ellerinin temasıyla yapmış oldun ki bu çok şaşırtıcıdır. Sen büyük bir kadistu olacaksın. Anatomine gelince ikimizin de genetikçi olduğunu unutuyorsun. Ben aynı zamanda bir cerrahım ve zamanı gelince bir seks organı vereceğim. Gesin olduğunda seni bir Nungal ve benim baragım yapacağım. O zaman sana öğrettiğimi diğerlerine de öğreteceksin. Seni rahatlatayım, sürekli çalışmak zorunda da olmayacağız. Bizim Namkiagnamızı da düşünceğiz (aşkımızı) O zaman sen beni onore edecek ve sırf keyif için birleşeceğiz. Göreceksin çok zevklidir.”  “Namkiagna, bu terim ne demek?”  Ona başka soru sormadım çünkü çok yorgunduk. Biribirimize sarıldık ve Mamitu bir bacağı ve kolu bana dolanmış şekilde uyudu. Böylece amasutumlarla, yani gururlu yılan halkıyla ve onu takip eden sonsuz sembol olan iki birbirine dolanmış yılana bağlılığım başlamış oldu. O günden sonra büyük Mamitu Nammu beni nitahlamı olarak aldı ve bana sonsuz güvenini vermiş oldu. Acaba bu nedenle mi Namkiagna kelimesini kullanmıştı? Ertesi gün mamitu ve ben Nanülkara’da bulunan Abzu’ya yeni evimize taşındık. Onun onayıyla Mamitu yerine artık mami ya da MAm diyordum. Bizler için yani Nungal ve rahibelerin camiasında bu iki terim anaçlık ve şefkati temsil etmektedir. Bugün Uras’ta hala birçok dilde aynı anlama gelmektedir.

(Not. Sukkal: Sümercede mesajcı, elçi demektir. Sukkallar kadistuların hizmetindedir. Sümer Asiro BAbilon geleneklerinde Sukkallar kuş vücutlu insanlardır ve sırtlarında büyük kanatları vardı. Yunancada Angelos, elçi demektir ve Sukkallar İncil’deki melekler gibi görevlere sahiplerdi. Mesela, cennetteki ağaçları korumak gibi. Namkiagna kelimesi Sanskritçede aşk, arzu, kama olarak ifade edilir. Sümercede kam-ma bağlılığı ve arzunun kaynağını işaret eder.
Sümercede mam-marna anne demektir. Tabletlerde düzenli olarak bulunur ve her seferinde ana tanrıça, dünyanın annesi veya doğurganlığın tanrıçası olarak geçer.

(Kilden yapılan dişi reptilian heykeli İ.Ö 5000 yıl Obeyid dönemine aittir. Bu heykelcikte başlarının üstünde bir uzantı vardır, omuzlarındaki pastillerde bu aynı yuvarlaklar, Mayada da üst düzey mevkilerdeki kişilerde görülebilir. Bunlar anlayışı, mantığı, hafızayı temsil eder. Mayadaki ol sümerdeki Ul’ü anımsatır, yani süsü, parlamayı, ayrıcalığı ve korunmayı…  Bu pastillerin de kuvart gibi kristallerden yapılması bilgi açısından alış verişi de simgeliyordu.)

7.BÖLÜM / 3.KISIM

MAMİTU VE SA’AM

Qumran parşömenlerinden alıntı: “Kalbime bilgini açtın ve iyiliğinle beraber kulaklarımı açtın. Fakat kalbim inliyor. Hata ve günahtan dolayı kalbim mum gibi eriyor.”

GİRKU –TİLA NUDİMMUD/MİN-EM-ES

Gezegenimizin yüzeyine döndükten sonra çölün aldatıcı ve sert rüzgarı, Gigirlahımı yaratım odasının yakınına konmama sebep oldu. İçeride faaliyette olan siensiarların bilindik sesi beni yavaşça, uyanıkken gördüğüm o kabustan çekip çıkardı. Her yöne doğru koşan rahibelere bakarsak, gizli görevimizin bilgisi tüm gezegenimize yayılmıştı. Oraları incelerken uzakta Mamitu’nun bir grup rahibeyle sohbet ettiğini gördüm. Yaklaşırken anladım ki Nammu (Mamitu) yatağını paylaşacak olan kişiyi seçecek olan aziz takılarıyla donanmıştı. Mamitu’nun uzun vücudu, dar beyaz bir kılıfa sarılıydı ve dizinin altına kadar yırtmacı vardı; omuzlarıyla kolları da açıkta bırakılmıştı. Göğsünde bir zümrüt, bileklerinde kusigden (altın) ince bilezikler, ayaklarında aynı metalle işlenmiş sandaletler ve ona zarif, törensel bir çekicilik veren bir uyum içindelerdi. Göründüğümde rahibeler sessizce ayrıldılar ve planlamacı kocaman bir gülümsemeyle beni karşıladı. Ruhumun tamamen umutsuzluğa kapılmasına rağmen bir süreliğine yapmış olduğum dehşeti saklayarak, tatlı amacıyla ilgili ona iltifatlar yağdırdım. Onun adına mutlu olmuştum. Mamitu sevecen bir gülümsemeyle bir şey anlatmaya çalıştıysa da yoğun duygudan boğazı düğümledi ve sesi çıkmadı. Bu beklenmedik tepki karşısında şaşırmıştım. Tutkulu arzusunun bir Nungala değil de bana karşı olduğunu hissettiğimde içten ürperdim. Ne kadar da aptaldım! Onun ateşli ve damarlarında dolaşan belirsiz bir alevle yandığını sezdim; bu da neydi böyle?! Onun varlığının derinliklerinde sezmiş olduğum tatlı ve garip duygu, beklenmedik bir hastalık gibi içten onu kemiriyordu. Sessiz kalmam ona çok şey söyledi. Mamitu düşüncelerimi tahmin etmişti. Hem alınmış hem de rahatsız olmuştu. Derimiz yeşilimtraktı ve huzursuz olsak da rengi değişmiyordu ama eğer o anda Mamitunun rengi daha açık olsaydı o zaman utançtan ve karmaşadan kıpkırmızı olduğu görülebilirdi. Sonunda başı dik ve onurlu bir şekilde toparlandı ve benimle konuşmaya karar verdi. “Ee Sa’am, kararıma karşı bir itirazın mı vardı?” “Tabii ki hayır, ancak beklenmedikti. Biraz da uygun değildi, o kadar.”  Ona reverans yapmadan sırtımı dönüp oradan ayrıldım. Bu bir hakaretti ancak kafamda başka sorunlar vardı. Fakat isteklerini kabul etmek zorundaydım. Çünkü kanunlarımıza göre reddetmek söz konusu bile değildi. İsteseydi anında uysal kölesi yapabilirdi beni ve gizli kalmış tüm arzularını doyurmak için beni zorlayabilirdi. Eğer yapabilseydim…Mutlaka  yapardım. Ayaklarına kapanır, seçilen her erkek gibi ona tapardım. Böylece ilahi koruması altında olur ve ilahi prestijinin sayesinde bağışlanabilir veya cezamı hafifletebilirdim. Mamitu benden şehvet objesi yapardı. Bedenimi ona teslim ederek, yatağını paylaşır ve en çılgın, akla hayale gelmeyecek arzularını tatmin etmeye çalışırdım. Çünkü bir rahibenin, bir erkekten beklentisi ne olabilirdi ki? En özel kaprislerini yerine getirmekten başka…Çok yorgundum ve kaderim konusunda hiçbir hayal kurmuyordum. İşkence gören ruhumu düzeltebilmek için laboratuvardan bir köşesine sığındım. Bir an önce karar almalıydım. Tiamata ile görüşüp başından sonuna her şeyi anlatmak mı, ki bu yaratıcıma ihanet etmek bile olsa veya An’ı işini bitirmesine izin vermek mi? Büyük bir bilmece. Her iki seçenekte de benim için iyi bir sonuç yoktu. Felç olmuş gibi geri dönüşü olmayan düşüşümü bekliyordum. Bir süre sonra arkamda, sandaletlerin çıkardığına benzer sesler duydum. Oydu. En kötüsünü bekliyordum. Ona yaşatmış olduğum reddedilişe bakarsak Mamitu bunun telafisi için her şeyi isteyebilirdi. Onuru kırılmış bir rahibenin kızgınlığını çekmeye hazırdım. Yanıma yaklaştı ve beklenmedik bir şekilde nazik elini koluma koydu. “Özür dilerim Sa’am. Biliyorsun uzaktan geliyorum ve uzaklaşmak bana bu uygulamaların tamamen haksız olduğunu, hatta eski bir zamana ait olduğunu bana hatırlatıyor. Umarım çok yakında bu adetler değişir ama henüz değişmedi. Bana kendini zorunlu olarak vermeni istemiyorum. Sana..gerçekten arzu ediyorsan özgürlüğünü verebilirim.”  Tatlı Mamitu. Gerçekten diğerleri gibi değildi. Onu Uras’ta bu kadar uzun süre yalnız kalmak mı böyle yapmıştı? Asla bir rahibe, seçmiş olduğu erkeği özgür bırakmayı kabul etmezdi. Çok güzel olmasının dışında, muhteşem iyi bir kalbi vardı. “Senin özür dilememen gerekiyor, asil Nindigir. Eğer yapabilseydim, teklifini kabul ederdim çünkü etmemek için deli olmak lazım. Benim ve yaratanımın bugüne kadar karşılaştığı en şefkatli nindigirsin. Ancak sana açıklayamayacağım nedenlerden dolayı isteğine cevap veremiyorum. Bil ki ismini öpüyorum ve seçiminden dolayı büyük bir onur duyuyorum.” Bu sözler üzerine Mamitu, asil tavırlarına tekrar büründü. Nazikçe kusig serpiştirilmiş gözkapaklarının altındaki canlı bakışıyla ve çok az makyaj yapılmış dudaklarının kenarındaki bir tebessümle iki kolunu belime dolayarak fısıldadı. “Ne kadar da gizemlisin Sa’am. Ancak kısmen rahatlamıştım. Arzu ederim ki bir tek ismimi öpme. O kadarını da yapabilirsin herhalde.” Bunca zarafet ve inat karşısında afallamıştım. Peki, madem arzusu buydu onu bir öpücükle onurlandırabilirdim. O dönemlerde Ginabullar, Uras’taki gibi öpüşmezlerdi. Eğer bir rahibe öpülme emri verdiyse, dudaklarından değil, ayaklarından öpülürdü. Belki de dişilik karşısında boyun eğişimizin bir göstergesiydi. bacaklarını saran uzun kılıfı takip ederek Saygıdeğer bir şekilde önünde eğildim. Ayakları hafifçe parlıyordu ve bilmediğim, egzotik bir parfümle yıkanmışlardı. Gerçekleştiremeden Mamitu benim seviyeme eğildi. Gözlerimiz birbirlerine daha önce hiç olmadığı kadar yakınlaşmıştı. Çıplak kalan omuzları da parlıyordu ve sarhoş edici b,r parfüm sürünmüştü. Güzelliğinin karşısında esir olmuştum, bunu biliyordu. Rahibe, derin ve canlı bakışlarıyla beni süzdü. Gözlerimiz daha çok kırmızıydı.
Fakat planlamacınınkiler şahane bir bakır rengiydi ve içlerinde sarı, yeşil nüanslar vardı. Ancak bu bir istisna değildi; dikkat etmiştim ki Nindigirlerimizin bazırları parlak yeşil gözlere sahiplerdi. Ortam garip bir biçimde boğucu ve sıcaktı. “Hayır, öyle değil. Bazı Kadistular böyle yapıyor….” Mamitu dudaklarını benimkilerin üzerine koyarak, dilini ağzımın içine soktu. Bu yöntemden dolayı şaşkın bir şekilde, nefesimi tutmam gerekir mi diye düşündüm. Ani bir duygu tüm vücudumu dolaştı, sanki damarlarımda binlerce karınca geziniyormuş gibi. Beni bu garip adetten serbest bıraktığında, aptallaşmış bir halde ağzımda kusige benzeyen metal tadını tanıdım ve hiçbir şeye benzemeyen şekerli bir tat da vardı. Dudaklarım yapış yapıştı. Mantıklı bir söz bulamadan, “ağzının içi de parfümlü mü?” diye sordum. Mamitu gülmeye başladı. Böylesine gülmesi biraz kırıcıydı. “Genç bulug, ağzımın içi değil. Kusig tozuyla karışık, Uras’ın çiçekleriyle yapılmış bir parfüm vardı dudaklarımda.” Çaktırmadan, parıldayan dudaklarına baktım ve gördüm ki gerçekten değerli metal çok ince bir toz halinde sürülmüştü. Çok ciddi bir ses tonuyla, elini yüzümde gezdirerek “yakışıklı Sa’am, asil yatağımı kabul etseydin sana çok şeyler öğretmek isterdim.” “Kutsal Mi (dişi), arkadaşın olmak için seninle yatmam mı gerekiyor?” Gözlerini eğerek tedirgin bir şekilde tekrar baktı. “Yani zevkine göre olmadığımı mı anlamam lazım? Seni anlamıyorum. Tamamen aptal ve anlamsızsın. Ancak sözüm vardı. Bundan sonra serbestsin.” Zavallı dişi, anlayamazdı. Onun gözünde, gese sahip olmayan bir erkek mümkün değildi.  Ayrıca, ilk örneğini temsil etmiş olduğum Anunnaların anatomileri hakkında hiç bilgisi yoktu. Niçin bir erkek seksten yoksun olsundu? Uras’ın planlamacısı Tiamata gibi Amasutumların çok yakında yeniden çocuk doğuracaklarını umuyordu. Tam Mamitu burayı terk edecekken ayağa kalkıp aniden kolunu tuttum, elime gözlerini dikti. “Nasıl cesaret edebilirsin? Yeterince hata yapmadın mı?” Planlamacı, bakışlarıyla beni süzdü. Ancak bu bakışmada, gözlerimdeki savunmasız ifadeyi görünce hemen sakinleşti. “Kaybolmuş küçük çocuk…Halin iyi değil. Tek bir arzum var; o da, eğer yapabilrsem sana yardım etmek. Oğlum bana açıl. İlk karşılaşmamızdan beri bana yalan söylüyorsun. Sen ki, ağır bir sırrı gizlemek için durmadan zaman harcıyorsun. Bu sefer dürüst olabilir ve yaratıcını unutabilir misin?” Hayret verici rahibe!.. muhteşem öngörülü. Niamaya sahip olmamasına rağmen her şeye bir cevabı var. Bana karşı duyguları içten. Bazen rahibeler oğlum kelimesini kullanırlardı Ginabul erkeklere hitap ederken. Her seferinde Tiamata veya bir rahibe bana bu şekilde seslendiğinde gerçek beni yakalıyordu ve bana rahibelerin oğulları olduğumuzu hatırlatıyordu.
(Not: Amasutumlar anaerkil bir sistem düzenlemişlerdi ve dişiler orada bir otoriteydi. Matriaka (anaerkil) Latincede Mater Anne demek ve Yunanca da Arekhe yöneten, Sümercede Materin hecelenmesi Ma-te-er, yani yaratan ve düzenleyen anlamında. Sümerdeki Te yani yaratım veya temel yapım ilkel piktografik olarak aynı şekli alır. Bu da birbirine yaklaşan iki yıldızdır. Demektir ki çok eski bir dönemde Te ve Mul aynı anlama gelmekte. Bu keşif bize Mate-eri şöyle tercüme etmemizi sağlıyor; yıldızları düzenleyen. Bu da Amasutumların uyguladığı planlama rolüne de uygundur.)
“Asil Kadistu bana gerçekten yardıma hazır mısın? Gerçekler bazen acıdır.” Mamitu yeniden canlı gülüşüne döndü. “Dürüstlük beni hiçbir zaman korkutmamıştır, her şeye hazırım. Evet, sana yardım etmek isterim. İstiyorum. Emrediyorum.”  Acaba bu, kısmen de olsa işkencemin bitişi miydi? Böyle uzanan bir eli nasıl geri iterdim? İtiraflarım nasıl bir şok yaratacaktı ve beni güvensizlik ve tiksintiyle geri mi itecekti? Aslında soru sorma saati değildi. An’ın bana vermiş olduğu isme artık layık değildim. Kendime karşı dürüst olma zamanı gelmişti. Biraz tereddütten sonra, düşünce gücüyle Mamitu’ya her şeyi  açıklamaya karar verdim. Ona huzursuz olmamasını ve bana, yapacağım işlerde bana güvenmesini istedim. Sağ elimi alnına koyarak, altıncı ana eagramı açtım.
Üst yeteneklerin kutsal yeri olan altıncı eagra (çakra). Göz açıp kapayana kadar, yaradılışımdan şu ana değin neler yaşadığımı ona yansıtarak gösterdim. Bu utanmaz hikayenin tümü ona aktarıldı. Sadece birkaç günden beri yaşıyordum ama açıklamam gereken pek çok sır vardı. Her şeyi ona aktardım. An’ın dehşetli dümeni, şeytansı planı, onu coşturan çılgınlığı ve kötülüğü, onu korumak için yalanlarımı, gesimin hiç olmadığı, Anunnaların gerçek amacı, Abzu Abba’nın ölümü…Özet olarak uyanık bir kabusun enkarnasyonunu… Gözlerimi açtığımda Mamitu dehşet ve sıkıntı içinde iki eliyle koluma sarılmıştı. Kolumu ondan çektim. Titreyerek ve sinir krizi geçirmek üzereyken bayılarak yere yığılıyordu ki parmak uçlarımla onu düşmeden tuttum. Kollarımın arasına alarak dikkatlice onu tamamen şaşırmış olan rahibelerin gözü önünde götürdüm. Huzursuzlanmışlardı. Gördüm ki bunların büyük kısmı bayılmanın nedeni hakkında ve benim onların arasında bulunmamla ilgili sorular soruyorlardı. Gerçek bir söylenti ve merak oluşturuyordum. Onları rahatlatarak Mamitu’yu dairesine götürdüğümü söyledim. O anda matrislerin açılma süresinin geldiğini belirten sinyal duyuldu. Onlara, yeni varlıkları karşılamalarını ve yeni bir emir gelene kadar üretim zincirini durdurmalarını söyledim. Şansıma, artık dışarıda rüzgar esmiyordu. Planlamacının evi ana meydanın ucunda, gün ışığının doğru düzgün girmediği küçük bir sokaktaydı. Evinin kapısından girerken garip bir müzik duyuldu. Metalik, uyumlu, uzak diyarların şarkılarıyla karıştırılmış, çok nadir bir özellikte, törensel bir melodi oluşturmuşlardı. Loş ışık tüm daireyi aydınlatıyordu. Yerlerde kristaller vardı. Büyük bir ihtimalle bu huzur verici yer, rahibenin ihtiyacı olan tüm özelliklere sahipti. Yatağında. Rengârenk, yığılmış duran yastıkların ortasına doğru onu uzattım. Mamitu hala baygındı ve yumuşak yüzündeki huzur dolu ifadesi beni bir nebze rahatlattı. Bir süre onu izledikten sonra etkileyici bir havası olduğunu ve çok güzel olduğunu kendi kendime tekrarladım. Gözlerim vücudunda dolaştı ve ellerinin birinin üzerinde durdu; aniden gördüm ki Gagsisa (sirius) sisteminin varlıklarının damgasını taşıyordu. Elleri çok hafif perdeliydi. Mamitu’Nun bu muhteşem yerden geldiğini kesinlikle bilmiyordum. Gagsisa, Gina’abul dişileri ve müttefikleri ve Kadistular için planlamacıların konfederasyonunun en önemli istasyonuydu. Bu keşiften etkilenmiştim. Çünkü gördüm ki benim ellerim de onunkilere benziyordu. Benimkiler Mamitu’nunkiler kadar bariz değildi, sanki yaratıcım Gagsisa izini silmeye çalışmış gibiydi. Bu yıldızla özel bir bağlantım mı vardı? Mümkün görünmüyordu çünkü An’ın kesinlikle öyle bir bağının olma olasılığı yoktu. Yatakta onun yanında oturuyordum. Benimle paylaşmayı çok arzuladığı meşhur yatak… ve gördüm ki onun yanına uzanmak bile hiçbir şey yapmasam da beni arzulu duygulara sevk etti. Bunu anlayınca kendimi yataktan uzaklaştırdım. Meraklı bir şekilde bir rahibenin evinin neye benzeyebileceğini görmek ve bir fikir edinmek için gezinmeye başladım. Şaşırtıcı objeler serpiştirilmişti ve uzak, egzotik hava bana hemen Ti-ama-te (güneş sistemini) ve Uras gezegenini hatırlattı. Mamitu’nun görevlerini göz önünde bulundurursak yanılmam imkânsızdı. Ancak bazı objeler bana çok net bir şeyler anımsattı. Bu nasıl olabilirdi? An, hiçbir zaman Ti-ama-te sistemine ayak basmamıştı! Çıkmış olduğum genetik karışımdan kaynaklanan hatıralar mıydı? Eğer yaratıcım Uras’a ayak basmış olsa benden niye saklasındı ki? Hayır aslında dığru soru, benden gizleyecek daha neleri vardı acaba? Bu aptal, yol bulma oyunun oynadığımı sanarken kaderin, yaratıcım ve benim için öğreteceği daha çok şeyler vardı. “Bu bir iliku (Urastan gelen bir çeşit kaşık).” Objeyi yerine koyarak Mamitu’nun yatakta gururla, kafası dik, sırtı düz ve iki bacağı ve ayaklarının narince işlenmiş yastıkların arasına gömdüğünü gördüm. Yüzü ifadesizdi. Niama sayesinde düşüncelerini inceleyebilirdim ama yapmadım. Planlamacı narin elleriyle yavaşça yatağa vurarak beni yanına çağırdı. En kötü azarları bekliyordum. O ağzını açmadan ben konuşmaya başladım. “Aziz Nindigir, zaman kaybetmeden eresimizin önüne çıkacağım ve Gina’abulların ve Amasutumların onuru için teslim olacağım.”
“Genç Alagni, hiçbir şey yapmayacaksın. Tiamatenin önünde seni ben savunacağım. Çünkü Nitahlamının (metres) onurunu ve şerefini savunacak olan Nindigirdir. Şaşkınlık içinde başım dönmeye başlamıştı. Bütün bu gördüklerinden sonra beni Nitahlamı olarak halen nasıl arzulayabilirdi? Bu rahibe ya bonkör ya deli ya da her ikisiydi. “Seçimin beni şaşırttı. Sadakana ihtiyacım yok, tek başıma halledebilirim. Senin Nitahlamın olma şerefini hak etmiyorum. Ayrıca sana ne verebilirim ki?” “Ana Kaynak adına, davranışın hem küstah hem derinden hakaretane Sa’am; kaderine ağlamayı bırak. Hiçbir Alagni canavar olmak zorunda değil; yaratıcısı öyle olsa bile. İncesin, akıllısın fakat çok inatçısın. Bu senin An’la tek ortak noktan ve aynı zamanda tek defon. Sende çok etkileyici şeyler gördüm; bu da senin An’ın tam izi olmadığını bana düşündürdü. Onun sahip olmadığı olumlu noktalar var, sağduyu gibi. Eğer SA’nını erkek olarak onurlandırır ve kanunlarımıza uyarak bana güvenirsen, kendini tanıman için sana yardımcı olurum.
(San, paleobabilonian dönemde, rahibelerin ve kadınların gizli diyalekti olan emesal dilindeki bir terimdir. Kadınların aralarında ve tanrılarla iletişim kurmak için emesal dili kullanılırdı. Tamamen kadınlara ait olan bu diyalekt hiçbir erkek tarafından kullanılamazdı sadece Kalu rahipleri (hadım olanlar) kullanabiliyordu. Eme-sal terimi hem kadınların dili hem de rafine dil anlamına gelmekte. Emesa diliyle karıştırılmamalı. O ki matris dili, yani bizi ilgilendiren tarihteki rahibelerin kullandığı dildir. Emesal dili emesa’nın içinden çıkmaktadır. Bu da Sümer Asiro ve Babilon dillerinde bulduğumuz fonetik lisan, Sümerden de eski bir dil olduğunu gösteriyor.)

         Ben bu kelimeyi bilmiyordum, büyük bir ihtimalle rahibelerin matris dilinin bir parçasıydı. Bu kelimeden şunu anlıyordum; gökten gelen, iyi yapan veya göğün beğendiği… anlamsız bir ifadeyle bakıyordum. Mamitu bunalarak bana “ugunu (metres)” dedi. “Asil Mamitu ben sana böyle bir şerefte bulunamam. Bana biraz önce verdiğin özgürlük sözünü unutmuş durumdasın. Nasıl…” “Yeter seni dinlemek istemiyorum. Beni onurlandıracaksın, bilmiyorsan ben sana nasıl yapacağını göstereceğim. Tepkin çok ilkel ve aşağılayıcı. Siz erkekler, zannediyorsunuz ki bütün nindigirler seks düşkünü ve muhtacıdır. Sa’am seni bundan daha ince zannederdim. Görüyorum ki sana öğretecek çok şeyim var. Ayrıca benim bir Kadistu olduğumu da ve görevimi çok ciddiye aldığımı da unutuyorsun. Sana verdiğim söze gelince, unutmadım ancak bana anlattığın trajik hikayeden önceydi bu. Bana göndermiş olduğun görüntülerden neler yapabileceğini de görmüş oldum. Eğer Abzu Abba’dan önce onu yok etmeseydin o seni yok edecekti, halkımız için büyük bir tehlike arz ediyorsun bu nedenle de seni özgür bırakama. Şu ana kadar Tiamata’nın ve yaratıcının istediği gibi emrindeydim. Şimdi seni nitahlam (aşığım) olarak alıyorum. Başka seçeneğin yok. Bundan sonra sen beni dinleyeceksin, benim sorumluluğumdasın ve yakında artık bir olacağız.işte iğrenç yaratıcının beklemediği bir şey… Sen de o da bu fikre artık alışacaksınız.” Mamitu sakinleşti ve ışıltılı büyük gözleriyle bana baktı. Asil bir şekilde yatağın üzerine diz çöktü ve elimi eline aldı. Hatları yumuşamıştı. “Sa’am sana karşı hiçbir kızgınlığım yok. Söylediğim gibi sana yardımcı olmak istiyorum. Çünkü bu korkunç ve karanlık olayları öğrenmden önce sana ilgim vardı. Bil ki sana olan duygularım değişmedi, ayrıca güvenilirliğini bana gösterdin. Uzanacak bir el arıyordun sana benimkini veriyorum. Beraberce halkımızın barışı için çalışacağız. Hangisini tercih edersin; bir Ean (metres)nın huzurlu, keyifli ve etkili hayatı mı veya tersini mi?” Cevap vermedim, tamamen kapana kısılmıştım. Birkaç dakikada Mamitu büyük bir güçle bana saygınlık ve itaatkarlığı öğretmişti. Ancak bu güzel sözlerin karşısında bir erkeği nasıl elde edebileceini bilen güçlü bir rahibe görüyordum.

Bunu isteyerek yapmadığını görmem de bu durumu biraz daha karışık hale getiriyordu. “tamam, hemen Tiamata’ya gidip görüşeceim ve bütün hikayeyi ona anlatacağım. Bu vesileyle haklarını da isteyeceğim. Sen Abzu’nun Lugal’ı (sahibi)sın ve yıldız sistemimiz dışında da birçok toprağa sahipsin. Üç ud (gün) boyunca üzerimde tug-lamahus (kıyafeti) geleneğimiz dolayısla üzerimde taşıyacağım ve üç ud sonra seni yatağıma alacağım ve bu nindigiri onore edeceksin.”  Konuşmamızdan beri ilk kez Uras’ın rahibesinin yüzünde tebessüm vardı. Yumuşacık yastıkların arasından çıkan ayaklarına bir göz atarak onları öpmemi işaret etti. “Bu sefer böyle öpebilirsin.” Görevimi yerine getirip hiçbir şey demeden oradan ayrıldım. Bu şekilde özgürlüğümü kaybetmek beni isyana sevk ediyordu. Mamitu’nun verdiği ceza bana büyük bir ihanet gibi görünüyordu. Yaratıcımın güvenine ihanet etmiş ve aynı zamanda da tek arkadaşımı kaybetmiş duygusuna kapıldım. Evet… Planlamacı beni zirziyle yok edilmekten kurtarmıştı ama ne pahasına… Daha önce An’ın disiplinli kölesiydim, artık başka birisi hayatımı yönlendiriyordu. Eğer bu anatomik anormalliğe sahip olmasaydım Mamitu’nun seçimini seve seve kabul ederdim, onu onore de edebilirdim oysa şimdi ona verebileceğim hiçbir şey yoktu. Bu korku beni terörize ediyordu. Korkuyla karışık, onur kırıklığının hissiyatı tarafından esir alınmışken, yaratım odasına dönüştürülmüş hangara gittim. Rahibeler yokluğumda 703 yeni sipesimen (örnek) yapmışlardı. Yani şu anda elimizde tam 1668 Nungal mevcuttu, yine de hala yeterli değildi. 

7.BÖLÜM / 2.KISIM

ABZU ABBA İLE KARŞI KARŞIYA GELMEK

Piramitlerdeki metinlerden alıntı: Firavunun sığınağı gözüdür. Firavunun korunması gözüdür. Firavunun başarılı, zaferli gücü gözüdür. Firavunun kudreti gözüdür.

GİRKU-TİLA NUDİMMUD/MİN-ME-MİN

Yaratım odasını terk edip gezegenimizin Abzusuna (yeraltına) varmak için bir Amasutum aracı bulma niyetindeydim. Durmaksızın çalışmamdan dolayı artık zaman kavramını yitirmiştim. Binadan çıkarken iklimin değiştiğini şaşkınlıkla gördüm. Ankida, kuzeyden gelen kum fırtınılarının etkisi altındaydı.
Çölün ihanetçi ve sıcak nefesinden kendime bir yol açarak, Amasutumların Gigirlahlarının bulunduğu bölgeye vardım. Rastgele bir araç alarak yeraltı dünyasına doğru yöneldim. Dişilerimizin araçları benim bildiklerimden fazla farklı değildi ve Abzuya olan seyahatim hızlı geçti. Tuzaklara düşmemek için yeterince dolaşmıştım; mesela o yoğun girdaplara girmemek için  ters yöne kaçarak, evrenimizin portallarına yönlenen olumlu rüzgarlardan faydalanmak gibi… Abzu’nun başkenti olan Ealam’a inmeden önce Lahmu ve Lahamu’dan zihinsel bir ileti aldım. Her ikisi de durumdan haberdardı ve Abzu Abba’nın tepkisi karşısından huzursuzlardı. Sanki Abzu’da Miminu işçilerin yardımıyla başlatmış oldukları düzenli temizliğin kralımızı memnun etmeyeceğini bilmiyorlarmış gibi. Lahmu ve Lahamu bana ,yaratıcımın yeni emirleri gelene kadar Eusutum’ların imhasını durdurduklarını ifade ettiler. Hayırsever An, kardeşlerini sokmuş olduğu kötü durumdan bir kez daha çıkarabilecek miydi? Yaratıcım, kaosun kralıydı, aynı zamanda yalan sanatının ustasıydı. Zamanını, her parçasını kendisinin yaratmış olduğu problemleri düzeltip tamir ediyormuş gibi geçiriyordu. Kendini değerli göstermek, başarılı ve gerekli bir varlık olarak lanse etmek bakımından bundan daha iyisi yoktu. Lahmu ve Lahamu’nun Nungallar ile ilgili hiçbir soru sormamalarına şaşırmıştım. Pek endişe etmedikleri kesindi. İlgi alanları An ile uyumluydu ve bundan başka hiçbir şey umurlarında değildi. Beni pohpohlamak amacıyla Lahmu ve Lahamu, yaratıcım onlara bana güvenmelerini ve beni dinlemelerini söylemiş. Herhalükarda bu sefer bu üçkağıtları düzeltmek bana kalıyordu. Bu şerefi bana bahşederek aslında An beni kendilerinden biri olarak gördüğünü de göstermişti. Yani hizmetinde ve Ansar’ın yararına çalışan bir ihanetçi… yaratımımdan beri kendime sorduğum soruya gelince, yani bir sınavda mıyım sorusu, hiçbir şüpheye yer bırakmadan verilmişti. Lahmu ve LAhamu benden gelecek olan direktifleri bekliyor gibiydiler. Ancak hiçbir şey söylemeden kralımıza bir ziyarette bulunacağımı belirttim, ki doğrusu da buydu. Abzu’nun ormanları, köylerine yakın geçerken, çevrede uzanmış cansız yatan binlerce beden manzarasını görmezlikten gelemedim. Lahmu ve Lahamu yaratıcımın emirlerini çok iyi uygulamışlardı. Eğer biraz daha merhametli olsaydım ve insanoğlunun bazen yaptığı gibi ağlayabilseydim ağlardım. Fakat o dönemde Uras’a has o derin duyguları tanımıyordum. Unulahgal’a gelişim gibi varlığım konusunda hiçbir şüphe uyandırmamak için, Gigirlahımı şehrin kenarına park ettim. İnmiş olduğum yerden, kralımızın yaşamış olduğu tapınağın arka cephesinin tepesi görünüyordu. Ealam’da hiçbir askeri koruma bulunmuyordu. Dıştan ulaşımı oldukça kolaydı. Bu nedenle hızlıca tapınağın yakınına varabildim. Yapının etrafında, eski atalarımız ait Arkaik türdeki reptilian humanoidi temsil eden büyük freskler vardı. Bu resimler dişi Gina’bulların tarihini anlatıyordu. Bu büyük savaştan beri onların Urbar’ı (Lyre takım yıldızı) zorunlu  terk edişlerinden Margid’daya (büyük ayı takım yıldızı) varışlarına kadar. Kadistuların konfederasyonundaki yaratım çalışmalarını da kapsayarak… Bu dev freskleri incelerken bana gizemli ve anlaşılmaz gelen kanatlı düşmana karşı verilen büyük savaş hakkında hiçbir bilgim olmadığını fark ettim. Tapınağın önündeki küçük avlu bomboştu. Kraliyet bölümüne yaklaşıyordum; yüksek merdivenleri çıkıp kalın, bronz kapının önünde durdum. Kapı kapalıydı, bu da Abzu Abba yok demekti. Mutlaka içeriye girmek gerekiyordu.  Bir kez daha niamaya başvurmak zorunda kaldım. Yaratıcımın kan uyumu sayesinde Usumgallardan bana doğuştan miras kalan meşhur güç… Bu enerjinin odaklanmasıyla sagralar (enerjetik vorteks: çakralar) harekete geçiyor ve büyük işler başarmamı sağlıyordu.  Göz açıp kapayıncaya kadar kilidi çözmüştüm; kapıyı geçerek tapınağın girişinde buldum kendimi. Ortam hem nemli hem serindi. Kasvetli karanlığı delen bazı ışıklar vardı ve kralımızın odasına ulaşmak için 60 adım atmam yeterliydi. Odanın duvarlarının üst kısmında dört ince delikten süzülen Abzu’nun güneş ışığında dans eden toz partikülleri geziniyordu. Abzu Abba’nın zor bir gün geçirdiğini, yoğun geçen bugünden yorgun düştüğünü biliyordum. Eninde sonunda mekanına geri döneceğini biliyordum; daha vaktim vardı.
Kasvetli tonoza doğru başımı kaldırdım. Usumgallar gibi tavanın en tepesinde kurbanımı beklemeye karar verdim. Düşmanını gözetlemek ve ona bir sürpriz yapmak için bundan daha iyisi yoktur. Muhteşem bir zıplamayla kendimi tavana yapıştırdım. Başımı aşağıya doğru sallandırarak rahatça beklemeye koyuldum. İki danna (4 saat) sonra sabrım ödüllendirildi. Bronz kapının yankılanan sesini ve pek çok ayak sesini işittim. Düşünce gücü sayesinde Abzu Abba’ya eşlik eden,ruhen ve bedenen ona hizmet etmekle görevli olan üç favori şaklabanıyla gelmekte olduğunu sezdim. Bunlar Miminu ırkının (griler) alagnileriydi. Kisi (karınca) yüzlü, gerçek genetik köleler…Kesinlikle tek başlarına yaşayamayanlar. Miminulardan iki  tanesi girişte kalırken diğeri Abzu Abba’yla beraber odaya yöneldi. Varlığımı hissettirmemek için konsantre oldum ve girişte durmuş olan iki kuklayı etkisiz hale getirdim. Bayılarak yere yığıldılar ancak bir tanesi metal bir şamdanın üzerine düşerek büyük bir gürültü çıkardı ve kralımızın kulağına kadar ulaştı. Abzu Abba ve cücesi tam altımda duruyorlardı. Boşluğa kendimi atarak tamamen şaşırmış olan ikisinin önünde dikildim. Çirkin bücür kaçmak istedi, onu engelleyerek yere yapıştırdım. Abzu Abba eski bir teknik olan, düşmanın bilincini kendi bilinciyle birleştirerek çökertip, zihnimi kendi düşüncesine kaydırmaya çalıştı. Eğer bu yöntem başarılı olursa, zaferi kazanan kişi hemen karşısındakinin güçlerini çekip onu bir ota çevirebilir. Ancak kralımız bana göre çok ağırdı ve tepkisini öngörme konusunda zorluk çekmemiştim. Bana büyüsünü gönderecekken onun ulaşabileceği yerde değil, tam karşı duvardaydım. Oradan enerjimi açığa çıkarıp onu paralize ettim ve konuşmaya çalıştım. “Dinle beni pis Usum (ejderha)! Sana kötülük yapmak istemiyorum. Beni dinlersen hayatını bağışlarım.” “Alagni, yalanlarını dinleyecek değilim! Bana karşı hiçbir şey yapamazsın!”  “İnatçı Mustagur (kertenkele) planını çok iyi biliyorum. Halen ayakta kalan birkaç Eutum’una emir vererek Duku’ya karşı savaşçılarla saldırmayı düşünüyorsun. Herhalde oğlun An’ı yeterince tanımıyorsun. Savaşçılarını mutlak bir ölüme gönderdiğini bilmelisin. Geç olmadan bu fikrinden vazgeç!”
(Not: Mustagur, Sümer teriminde kertenkele demek, ancak hecelendiğinde Mus-ta-gur karşımıza çıkan tercüme, yağlanmış güçlü sürüngen veya güçlü ve parlak sürüngen. Bu örnekle beraber Tanrıların dilinin inceliği de ortaya çıkmakta. Çünkü duruma göre bir küfür de sayılabilir, burada olduğu gibi. )
“Zavallı cahil, artık çok geç! Senin için ve Gina’abullara ihanet edenler için çok geç! Birleşen güçlerimiz tarafından Anunnalar ezilecek ve müttefiklerimiz tarafından da hepiniz yok edileceksiniz! Çünkü onlar da bizim tarafımızdalar.”  Bulunduğum duvardan çekilerek krala doğru yöneldim.
“Bulug (acemi) görme beni. Onlarla temasa geçecektin ki tam zamanında geldim. Herhalde yaratanım da bunu isterdi ama gereksiz kan dökülmesini önleyeceğiz. Soyumuza karşı hiçbir kötülük düşünmüyorum fakat An, güce sahip olmak için her şeye hazır ve gerekirse benzerlerine ihanete de….Bırakalım yapsın. Bırakalım oyuncaklarını yani Anunnalarını yapsın. Daha sonra onu ikna ederim. Beni dinleyecek ve barış için çalışacaktır.”
 “Zavallı saf! An hiç kimseyi dinlemez ve senin sözlerin de umurunda değil. Daha fazla vakit kaybetmeden ordumuzu Duku’ya gönderip orayı yok edelim.”
Sesimi sertleştirerek devam ettim. “Üzgünüm bu imkansız. An’ın elinde 1200 Siensisar var. Şu anda elinde kaç tane varlık var tahmin bile edemiyorum. Bu çok riskli. Elimizden geldiği kadar çok Nungal üretmeye çalışıyoruz. Onlar sorun çıktığında Ginabulları korumasını bilirler. Yaşlı deli! Memnun olman lazım. Mamitu’yla beraber senin eserinden yola çıkarak Nungalları yarattık. Yani Eutum’ların üretimini başlatmadan önce yaptığın bir prototipten. Söylemeliyim ki çok başarılı oldu.”
 Arkamdan cücenin sesi geldi “barağım (kralım) onu dinleme! Yaratıcısı gibi o da bir hain!”
Arkamı dönerek bir hareketle odanın bir ucundan diğer ucuna sırt üstü gönderip onu odadan çıkarttım ve arkasından kapıyı da kapattım. 
“Sen neden bahsediyorsun beyinsiz genç?! Hangi yalanı uyduruyorsun? Senin gibi aptal olan Nungallarla ne işim olabilir. Bu sadece benim sutumlarımın yerine lanetli alagnilerinizi koymak ve Nanülkara ile kolonilerimizi ele geçirmek için yapılmış büyük bir plan.”
Abzu Abba çok sinirlenmişti ve benim sözlerimi duymuyor gibiydi. Deliye dönmüştü ve üzerinde uyguladığım baskıya rağmen hareket etmeyi başardı. Yorgunluktan bacakları kasılmasına rağmen zorlukla ayağa kalkarak küfretmeye başladı. Kızgınlık mı yoksa hayatta kalma içgüdüsü mü bana başkaldırma cesaretini veriyordu? Cüsseli vücuduyla üzerime atladı fakat saldırıdan kaçarak onu niama sayesinde tekrar yere yapıştırdım. “Akılsız ihtiyar ne arıyorsun? Seni yok etmeye beni mecbur bırakma” diye bağırdım. “Bunu yapmak zorunda kalacaksın. Çünkü benden ihtiyacın olan desteği bulamayacaksın. Küçük sümüklü! Sen sadece genetik bir makinasın. Yalnızsın ve ömür boyunca da yalnız kalacaksın. Çünkü bir alagninin kaderi budur. Seni ve yaradanını ve sizin için çalışan herkesi yok edeceğim!” Abzu Abba binbir şekilde yeniden küfürler savurdu. Sözlerinin şiddeti bana bu görüşmenin onun veya benim için çok kötü sonuçlanacağını anlatmıştı. Projeleri üzerinde inatlaşıyor ve durmadan An’a küfürler ediyordu. Nefes nefese kalmış sesinin şiddetlenmesi bende derin bir nefret uyandırmıştı. Konuştukça bu aptal duruma karşı güçsüz kaldığımı görerek mutlu oldu. Kötücül düşünceleri onu git gide daha berbat sözler sarf etmeye teşvik ediyordu ve onların gücü de zihnimi etkiliyordu. Başım ve bacaklarım istemsizce eğilip büküldü. Sesler ve frekansların vızıltıları beynimde yankılanırken duygularım da sislenmeye başladı, artık sözlerini netlikle duyamıyordum. Kafamı kaldırdığımda Abzu Abba’nın tutsaklığımdan kurtulduğunu gördüm. Varlığımın tüm hücrelerine teker teker kızgınlık dolarken, eğlenmiş bir halde ayağa kalktı. Gözleri kan çanağı içindeydi ve beni gücünün etkisinde görmenin sarhoşluğunu yaşıyordu. Kalbim korkunç bir hızla atıyordu ve kendim üzerinde hiçbir kontrolüm kalmamıştı. Tüm organlarım sanki felç olmuştu ve canım çok yanıyordu. Nasıl bu kadar kısa zamanda savunmasız kalmıştım? Abzu Abba’nın mutluluktan salyaları akıyordu; çatallı dilini çıkarttı. Kızgınlığından keyif alıyordu ve yaymış olduğum düşük enerjiden besleniyordu. Abzu Abba beni güvenli bir şekilde manipüle ediyordu çünkü bir alagninin zayıf noktalarını iyi biliyordu. Bu zayıflık benim yaratıcımı tanımasından kaynaklanıyordu. Aslında anahtar buradaydı ve düşmanımın zihni bana bu şekilde hükmediyordu. Zihnimi yeniden toparlayarak, zorlukla kendime geldim. Kötü sihrine devam ederek mutlu hareketler yapan Abzu Abba’ya baktım. Son darbeyi vurmadan önce iyice keyfini çıkartıyordu. Hatası işte buradaydı! Artık yaratıcımı düşünmeyerek, yok edici ve gereksiz bu kini boşaltmam gerekiyordu. Gözlerimi kapatarak beni git gide boğan bu gizli baskıdan kurtulmaya çalıştım. Yavaş yavaş kalkarak Abzu Abba’yı duvara fırlattım. Baskısından kurtulduğumu görünce düşmanım paniklemişti. Mezbahaya götürülen bir hayvan gibi böğürmeye başladı. Enerjim onun niamasını yutarken artık kaybettiğini anladı.  Sagraları giderek daha yavaş döndü ve senkronizasyonlarını kaybettiler. Kasları kasılmış, göğsü patlamak üzere olan Abzu Abba acı içindeydi ve gücü de kovadan akan su gibi boşaldı. Birkaç dakika sonra gözlerimin önünde kralımızın bedeni yığılıp kaldı. Yanına yaklaştığımda hala canlıydı. Tüm bu güç gösterisinden heyecan içinde kendimden geçmiştim. “Zavallı deli, senin elindeydim ve beni anında yok edeceğine zaferinin keyfini çıkartmaya koyuldun. Zannediyor musun ki ben aynı hatayı yaparım?” Bu sözler üzerine hiç düşünmeden, güç ve enerjiyi açığa çıkaran ,ani ölümü getiren dehşet çığlığı olan Ugmu’yu attım. Abzu Abba ve üç Miminu patlayarak kraliyet tapınağının her yerine kan ve et halinde yapıştılar. Ne yapmıştım? Dehşet ve karanlık bir makine olan ben, yarı programlanmış tiksinilesi yaratık, telaffisi olmayan bir şey yapmıştım! Abzu Abba’nın maması benimkine karışarak, kukunun (atanın) gücünü bana transfer etti.
(Not: Niama, Sümercede bu kelime hecelendiğinde Ni-ama, Ni-amaj, annenin veya ısının gücü…. Yahut da efendinin gücü anlamına gelir. Bu her iki açıklamada da evrensel gücün nötr olduğunu görüyoruz. Bu aynı zamanda Mali’deki Dogon kabilesinin Nyama terimiyle benzeşir. Mali Nyama’sı bir enerjidir. Canlı bedene yayılmış bir maddedir. Diğer bir anlamda yaşam gücü de denebilir. Dogonlar nyamanın maddesinin kan olduğunu düşünürler, bu da kalıtımsal olarak aktarılmaktadır. Mali halkının, hayvan kurban etmesinin amacı Tanrılara ve üstadlara uyumlanmaları içindir. Böyle bir uygulama Yahve için Kudüs’te Yahve (Tanrı) tapınağında yapılana benzemektedir. Hayvan kurbanları genellikle bir dilek için veya halkın hatalarını affetmek amacıyla yapılırdı. Kurbanın bazı bölümleri Yahve’ye verilirdi, gerisi de tapınakta bulunan rahiplere. Bu tür kurbanlar İbranicede shelamim kelimesini matris dili ve Sümero Asio, Babilon’da Se –porsiyon, La –dilek, Mim ise Sümercede Mu-e olarak alınır ve de Tanrısal isimler yani Selamim Tanrıların dileklerinin bir porsiyonu. Burada insanoğlunun Tanrıları isimleriyle anmaması ve fiziklerinin tarif edilmemesi bakımından temkinli davrandıklarını anlıyoruz. Birinci bölümde de gördüğümüz gibi Mus hecesi veya Mim, görüntü, kraliyet tacı, parlamak Sümercedeki Mus’la benzeştirilir yani sürüngen, yılan. Bu katı kurala göre Yahudilerde Yahve’nin veya Elohim’in gerçek görüntüsü asla tasvir edilemez. Bu konuyla ilgili daha detaylı bilgiler verilecektir. Aynı zamanda kanın akmasıyla beraber niamanın karşı tarafa geçmesiyle ilgili de bilgi vereceğim. )

            Binbir düşünceyle Ankida’da Mamitu’yla buluşmak için mezarlıktan çıktım. Aracıma vardığımda görünmeyen bir dehşet, tapınağı ve çevresini sarıyordu. Abzu’da ölüm sessizliği vardı. 

7.BÖLÜM

 ANUNNALAR VE NUNGALLAR’IN YARATIMI

Kısım 1

Orkhun eski Türk geleneklerine göre Umay Umay Tanrıçası en güçlü Tanrıçaydı. Bu Tanrıça çoğu zaman beşiklerin anasına benzetilir. Rolü de kız ve erkek kardeşleri çoğaltmaktı. İsminin anlamı matris. Bu eski Türk runik yazılarından çıkan bir efsane.

( Bir kez daha Sümer dili bize bu insan türünün üreticisi olan Ana Tanrıçanın gerçek manasını verecek. Um-A-İ tohum sıvısına hakim olan ebeler veya Ma-İ yerleştiren ve büyüten kişi.)

GİRKU-TİLA-NUDİMMUD/ MİM-ME-DİLİ

Mamitu An’la yaptığı görüşmeden rahatsız olmuştu ve onunla olan ilişkim hala çekingendi. Yaratıcı babamın ona benim hizmetimde olduğunu söylemesi onu biraz kızdırmıştı. Ancak itaat etmek zorundaydı çünkü bir Amasutum, bir Usumgal’ın emirlerine karşı çıkamazdı. Bana gelince, kraliçemizin isteği doğrultusunda Mamitu bana destek verecek olsa bile Nungalların yapımını başlatacağımız yer konusunda planlamacının emirlerine boyun eğmek zorundaydım. Ayrıca onun emri ile Siensiar tedarik edebilirdik. Bir tek rahibeler, bu meşhur matrislere sahip olabiliyorlardı ve Kadistuların konfederasyonunda yer almaları da bu nedendendi. Bizim dilimizde (erkeklerin dilinde) Siensiar kelimesi birçok ruhani lideri düzenle bir araya getiren demekti. Yani Siensiar suni matrisleri ifade ediyordu ve onunla da dişiler canlı varlıkları klonluyordu. Bunu da Ginabulların adına, yeni topraklara hükmetmek ve oraları kolonize etmek için kullanıyorlardı. Mamitu işleri en iyi şekilde organize etti. Büyük rahibelere bize gezegendeki müsait olan tüm Sİensiarları bulup getirme emrini verdi. Seçilen rahibeler iyi niyetle ve gizlice yapılan planımıza riayet etmeleri bana fazla yapmacık gelmişti. Fakat zaman geçtikçe bu değerli Siensiarlar gezegenimizin dört bir köşesinden, hatta yıldız sistemimizin ücra yerlerinden dahi gelmeye başladı. Rahibeler 342 tane bulmayı başarmıştı. Aslında çok az kalmıştı çünkü An, Amasutumlar tarafından nazikçe bağışlanan 1200 tane Siensiarla çekip gitmişti. Dişilerimiz hiçbir zaman çok Siensiar sahibi olmamışlardı. Onlar sonsuz hayata sahip oldukları için dişi Alagnilerin (klon) üretimi nadiren yapılmıştı. Bazı durumlarda ve ancak ihtiyaçları olduğunda üretiyorlardı. Pratik nedenlerden dolayı Mamitu, dondurulmuş hücrelerin stoğunu yakınımızda olmasına karar verdi. Bu sebeple tüm Siensiarlar Ankida’daki bir depoda stoklandı. Erkek planlamacıları yaratacağımız yer. İşimize başlamadan önce son bir kez yeri inceliyordum ki şaşkınlıkla gördüm ki birçok matrisimiz kullanım dışıydı. Bu Siensiarların bazıları fi tarihinden kalma, bilgilerine sahip olmadığım çok eski modellerdi. Biraz zaman kazanmak amacıyla tanıdığım makinaları çalıştırdım. 342 örneğin içinde 83’ü çalışmadı veya problemler çıkarttı. Görevimizi yerine getirme konusunda tereddütlerim oluşmuştu. Yoğun bir iş gününden sonra Ankida’nın merkezinde bana ayırmış oldukları daireye yönelirken Lahmu ve Lahamu ile bir gün önce yaptığım konuşmaları düşündüm. Her ikisi de bana gelerek hastalık bulaşmış Eusutumların hayatlarına son vermeyi amaçladıklarını söylemişlerdi. Gelecekteki Annunnalara yer açmak gerekiyordu. Çünkü mantıken yenilerin amacı Nanülkara’nın Abzusunda yaşamaktı. Yani kral ve kraliçemizin gözündeki resmi versiyon buydu. Ama ben olayların çok daha farklı boyutlara varacağını hissediyordum. Tam tersine bu yoğun günün sonunda rahatlamıştım çünkü antik matrislerin nasıl çalıştığını anlamıştım. Geç olmaya başlamıştı, yakında gün doğacaktı. Kısa bir süre için uyumuşum. Çünkü bizim zamanımıza göre tam 4 günümüz boyunca gözümü kırpmamıştım. Ertesi gün, beklenen gün gelmişt. Sabahtan mamitu ve ben kullanacağımız farklı hücreleri titizlikle seçmeye başladık. Seçim esnasında Mamitu büyük bir şaşkınlıkla pek çok hücrenin eksik olduğunu söyledi. Çıkışların yapıldığı kayıt defterini inceledi. Aslında her şey normal olarak kayıt altındaydı sadece Ninmah’ın almış olduğu hücrelerdi eksik olanlar. Mamitu ile aynı anda birbirimize baktık. Aklımızda şüphe vardı. Irkımızın genetik mirasından tam 4/1’i uçmuştu. Mamitu, bu konunun acilen kraliçeye bildirilmesi gerektiğini söyledi. Konu orada kapandı. Seçimlerimizden bir kısmı ile beraber depoya yöneldik. Mamitu, en iyi örneklerin çıkabilmesi için genler üzerinden bir program düzenlemek istediğini belirtti. Her ikimizde bu tür konularda uzmandık ve bu yöntemle de bize büyük bir güvenç sağlayacak Nungalları garanti ediyordu. Ancak zamanımız kısıtlıydı çünkü beynimde her an bu üretimin yasaklanacağı ve programın durdurulacağı fikri geziniyordu.
Kan uyumu konusu diğer bir önemli konuydu. Yaratıcım buna çok önem veriyordu, çünkü bu özel kanın asil bir seri kandan oluşması gerekiyordu. An’a ihanet etmemek amacıyla Uras’ın planlamacısına bunu söyleyemedim. Maksimum zaman kazanmak için çok hızlı bir şekilde görevi yerine getirmemiz gerekiyordu. Bu nedenle, hassas ve uzun programlama şeklini bırakıp varolan hücrelerden hareket edecektim. Irkımızın genetik mirasından seçilecek olan birçok hücrenin içinden bizi mutlu edecek olanları bulacağımızdan emindim. Mamitu kararımı anlayamadı. İnadımı anlamaya çalıştı ama çaresizdi. Ayrıca programlanmamış olan hücrelerden hareket etmenin dışında, üretime deneme yapmadan önce başlanmasını sorumsuzluk olarak görüyordu. Ödün vermeden, bana güvenmesini söyledim. Pek çok tartışmadan sonra seçimimiz, erişkin bir Eusutum’un hücrelerinde karar kılındı. Çok iyi bir profile sahipti ve bu da genetik malzemesini alarak Nungalları klonlamamızı teşvik etti. Onunla ilgili bilgilerde, Eusutumların yapımı döneminde Abzu Abba tarafından ortaya konan iyileştirilmiş bir prototip olduğu yer alıyordu. Bundan daha iyisi olamazdı. Sonuçlanmamış bir seri örneği, terk edilmiş bir projeydi. Bir erkek, ki zamanına göre doku yenilenmesine uygunluğu nedeniyle çok karmaşık bulunmuş bir erkek türüydü. Erkek çiftçilerin görevlendirildiği basit işler için çok fazla iyi ve uzun hayat ömrü olan bir tür. Almış olduğumuz bilgilere göre hücre örneği alındığında sağlığı çok yerindeymiş. Devre dışı bırakılmadan önce üç Ud (gün) yaşadığını okudum. Mamitu, program yapamadığını ve kendisinin yaratamadığından alınıp kırılmıştı. Bunun için uzaklardan getirilmişti. Etik değerleri derinden etkilenmişti. Ona isteksizce önermiş olduğum sadece basit bir kopyalamaydı. Neticede örnekten somatik (üretken olmayan) hücre aldık. Olgun hücreyi izole ettikten sonra kabuğunu çıkartarak onun çekirdeğini, çekirdeği çıkarılmış bir yumurtayla birleştirdik. Klonlanacak olan Eusutum’un kalıtsal bilgilerini kapsayan çekirdekle, yeni zarla karışımı elektrik akımıyla yapıldı. Sonra, yeniden yapılanmış olan bu yeni yumurta, hızlı bir şekilde sonsuza kadar çoğalması için zaman hızlandırıcı kristal tankın içine yerleştirildi. Çoğalma gerçekleştikten sonra birbirleriyle çok düzgünce klonlanmış olan pek çok yumurtaya sahip olduk. Hepsi aynı genleri taşıyordu. Yani verici olan Eusutum’un genlerindeki genetik bilgiyi de almış olduk. Kuartz tankından yumurtaları alarak birer birer Siensiar’lara yerleştirdik.

(Not: Kuartz, günlük hayatta kullandığımız elektromanyetik özelliklere sahiptir. Homojen bir şekilde düzenlenmiş atomlardan oluşur. Bu da düzenli bir frekansla titreştiğini ve elektromanyetik dalga alıcısı ve vericisi olarak çok iyi çalışır. Güçlü ve saf bu kristal doğal enerji yayar. Kendi içinde bilgiyi kaydetme, değiştirme ,çoğaltma ve verme özelliklerini taşır. Mikrodevrenin içine yerleştirilen küçük bir kuvartz kristali elektrik sinyalini çoğaltır. Kuvartz mikrofonlarda ve tüm görsel, işitsel cihazlarda kullanılmaktadır. Bu kristal, elektronik çiple birleştirildiğinde, bilgisayarınızın hafızasındaki bilgileri stoklamada kullanılır. Elektrik enerjiye elektromanyetik dalgaya dönüştürür ve bu nedenle iletişimle bağlantılı olan bütün bilimlerde kullanılır. Ginabullar ve özellikle amasutumlar tıpta kuvartzı sıklıkla kullanırlardı. Klonlama işlerinde de… İyi bir klonlamanın anahtarı bu kristaldir.)

Bu uyguladığımız yöntem, tüm klonlama türlerinin içinde en ilkeliydi çünkü tarafımızdan gerçekleşmiş hiçbir programlamaya tabi tutulmamıştı. Tüm Nungallar, aynı babadan gelecekti. Verici Eusutum’un saf yansımaları olacaklardı. Ancak ihtiyaçları ve çevrelerine göre farklı şekillerde gelişeceklerdi. Bir tek orijin bilgileri, fizikleri ve kanları aynı olacaktı. O anda yaratıcımı düşündüm ve Anunnaları yaratmak için daha farklı hareket edeceğini bildim. Gelecekteki çoğaltmaya bir iz olarak kullanılacak hücresel çekirdeğin içindeki genlerde pek çok programlama yapacaktı. Beni yaratmak için de bu yöntemleri uygulamıştı büyük ihtimalle An. Genler, bir canlının çeşitli görevlerini kontrol ederler. Bu tür operasyonlarda amaç hangi genleri saklayıp hangilerini değiştirmek veya iptal etmek gerektiğini de bilmek lazım. Bu oldukça karmaşık bir işti ve An o bilgiye sahipti. Bana da bunu geçirmişti. Fakat o dönemde henüz bu pratiğe sahip değildi. Yaratıcım savaşçılar yapmak istiyordu. Körü körüne itaat eden savaş makinaları. Gerçek genetik köleler…Peki niye o kadar hücre almıştı? Askerlerin yapımı, genetik malzemeyi bu kadar harcamayı gerektirmiyordu. Belli bir malzeme türünün seçimi yapıldıktan sonra birkaç deneme yapılır ve sonra tek bir hücre yeterli oluyordu. Tamamen teknik olarak Anunnaların yaratımı, Nungalların yaratımından çok daha heyecan verici olacağı kesindi. Yapmış olduklarımızdan Mamitu’nun öğreneceği bir şey yoktu. Uras’taki önemli görevi ve Kadistularla olan ilişkileri, ona çok daha karmaşık olan çeşitli gen türlerini birleştirip manipüle etmesini öğretmişti.  Mamitu, bu göreve eşlik etmekte gurur verici bir yan bulmakta kendini zorluyordu. Düşüncelerini okuduğumda, bunu açıkça görebilmiştim. Aynı zamanda Uras’a yeniden dönmek için acele ediyordu. Mavi ve yeşil gezegene... Çünkü gerçek evi oradaydı. Meşhur Namlu’uların yanında…Bizim evrenimizin bilgisinin canlı bekçileri. Mamitu değerli varlıktı. Çünkü yapmış olduğu çeşitli şeylerle övünmüyordu. Az konuşuyordu, ketumdu. Tüm kalbimle onun bu dileğinin gerçekleşmesini istiyordum. 259 Siensiar harekete geçerek odada uğultu çıkarmaya başladığında coşkumuz tavan yapmıştı. Süreç boyunca çeşitli Alagnilerin gelişimini kontrol etmemiz gerekmişti. Birkaç rahibeden yardım almıştık, çünkü aynı zamanda bu kadar matrisi denetleyemiyorduk. Çok dikkatli olmamız lazımdı. Vücutlar çok hızlı gelişiyordu ve en ufak bir hata gelişmekte olan varlıklara zarar verebilirdi.

(18. hanedandan 3.tutmosis mezarlığında, Anduat Mısır cenaze metinlerinden gelen bir resim. Tanrıya tapan olarak bilinen bir rahibe, üç suni matrise göz kulak oluyor. Onların içinde de resimleri andıran vücutlar mevcut. Her matrisin üst kısmında sperma tarafından döllenmiş bir yumurta görülmekte. Metin şöyle belirtiyor; et mutlu oluyor ve çoğalıyor. Kafa, çeşitli vücut parçaları toplandıktan sonra konuşmaya başlıyor. Duat’ın gizli resimleri. “karınları üzerinde olanlar” reptiller onları koruyor. Ra’ya (ışık) gelince karanlıkları aydınlatıyor. Kafa, Tanrıyı simgeliyor. Tanrıyı seven, onu çağırdıktan sonra konuşmaya başlıyor.)

         Üç buçuk dannadan (saat) sonra (dünya saati ile yedi saat), iki antik Siensiar deponun dibinde büyük bir gürültü çıkararak patladı. Yaratımın bu safhasında vücutlar, fetüs aşamasını çoktan geçmişlerdi ve bütün organlar oluşmuştu. Bu durum, bulunan rahibeleri etkilemedi. Klonlama hataları günlük bir rutindi. Alagnilerden biri hala canlıydı ve düzensiz bir şekilde nefes alıyordu. Donuk bir biçimde ona baktım. Amasutumlar ısrarcı bir bakışla bana baktılar. Zavallı için bir şey yapmadığımı gördüklerinden bir tanesi cesaretini toplayıp iki zirzi sayesinde kurtarıcı akımı ona gönderdiler. Mamitu bulunduğumuz yere geldiğinde rahibeler bana tiksintiyle bakıyorlardı. Uras’ın planlamacısı durumu hemen anladı ve sırtımda soğuk terler oluşturacak bir bakış fırlattı. Sanki büyük bir hata yapmış olan çocuk gibiydim. O anda ilk defa anladım ki Amasutumlar büyük bir hassasiyete sahipler. Mamitu bana ironik bir sesle seslendi “seni abartmışız Am (efendi) Az kalsın An’ın bebesi olduğunu unutacaktım. Ancak bir Alagninin doğasına karşı gelmesini bekleyebilir miyiz?” Cevap verebilirdim ancak sustum, çünkü haklıydı. Tüm beklentilere karşı bu cümleler beni şaşırtmadı ve Mamitu bunu fark etti. Beni asıl şaşkınlığa uğratan, hatamı kabul ettiğimi görmem oldu. Halbuki An, böyle bir şeyi asla kabullenmezdi. Birkaç cümleyle Mamitu beni büyük bir yükten kurtarmıştı ve bana yaratıcımdan çok daha farklı bir şekilde olayları gözlemleyebileceğimi farkına varmadan öğretmişti. Yaratılışım gerçek bir enigmaydı. Nasıl An’ın bir çifti olarak kabul edilebilirdim? Hâlbuki kendine öz bir kimliğe sahiptim. Bir Eusutum’un boyu kadar yapmıştı beni, ancak hikâyesinin büyük bir bölümünü taşımaktaydım. Böyle yaratmakla ne dümenler çeviriyordu acaba? Bu var olma sorularını kendime tekrar sorarken çeşitli suni matrislere bakıyordum ve Nungallara nasıl zehirli bir miras bırakabileceğimizi düşünmeden de edemiyordum. Bende olduğu gibi bir programdan faydalanacaklardı ancak bazı bölümlerinin detaylarına vakıf değildim. Verici Eusutum’un hücrelerinde hiçbir iz kalmamış ve mutasyona uğramış birçok prototipten geldiği yazıyordu. Örneği aldığımızda biliyorduk ki verici çok iyi bir sağlığa ve iyi bir mantığa sahipti. Fakat kısa ömrüne bakarsak psişik detaylar hakkında hiçbir veriye sahip değildik. Klonlama her zaman bu tarz risklere açık olmuştur. Hele ki eski zamanlarda yaşamış ve tamamen bilinmeyen hücreler kullanılıyorsa… Yaratımımdan beri kafamda dönen kendimle ilgili tüm bu sorular, kapasitelerimin sonuna kadar kullanılmasında ve görevimi düzgünce yerine getirmeme engel oluyordu. Mamitu’Nun bu sözü bir elektroşok yaratmıştı ve kaderime beni sahip çıkmaya zorlanıyordum. Artık yaratıcı babamdan farklı olduğumu biliyordum. Ruhuma işkence etmekten vazgeçip kendimi olduğum gibi kabullenmeye karar verdim. Neden bilmiyorum ama Amasutumlar bana güven veriyordu. Öyle bir güven ki An’ın bana vermiş olduğu garip sağduyu sayesinde Mamitu ve rahibeleri bir daha hayal kırıklığına uğratmama isteğini içimde uyandırdı.  Tam 14 dannadan beri (28 saat) Nungalların yapımına başlamıştım. Vücutlar tamamen oluşmuştu ve yeni varlıkları Siensiarlardan çıkarıyorduk. Fakat onları karşılamak için yeterince kalabalık değildik. Bize destek vermek için aceleyle Amasutumlar seçildi. Klonlama operasyonunun bittiğini duyuran sinyal geldiğinde İllu (amniyotik) sıvılarını bıraktılar ve teker teker açıldılar. Birkaç gün önce matrisimden çıktığım gibi Nungallar da zorluk çektiler. Bazıları henüz dengelerini bulamadıklarından hemen ayağa kalkamadılar. Durumun bilançosunu yapmak için yaratım odasına hızlıca geçtim. 250 Nungal içinde 34’ü tamamlanmamıştı. 20 Örneğin çeşitli organları bitmemişti, bacak veya kol gibi. Ancak kaderleri hakkında hiç huzursuzluk duymadım çünkü Nungallar, Amasutumlar gibi doku yenilenmesine sahiplerdi. Sadece daha sonra hatalı bölümlerinin bir kısmını kesmemiz gerekiyordu ki yeni bir organı kendilerinde oluşturabilsinler. Bu, ancak vücudun ilgili kısmı çok bozulmuş değilse yapılabiliyordu. Rahibeler yeni erkeklerle karşılaşacakları fikriyle çok heyecanlılardı. Diktikleri yeni kıyafetleri şefkatle onlara verdiler. Erkeklik organlarını gizlice seyrettiklerini fark ettiğimde şaşırmadım. Talimatımla Mamitu onları sakinleştirdi. Eserimiz henüz bitmemişti ve bu operasyonu birkaç kez daha yinelememiz gerekiyordu. Yeterince Nungalımız yoktu ve yaratıcımın 1200 Siensiarını yan yana uzanmış kullanılmaya hazır olarak düşünmek beni heyecanlandırıyordu. Kinsag sayesinde (Telepatik olarak) An’la iletişime geçmeye çalıştım ama hiç cevap gelmedi. Büyük ihtimalle kapasiteme göre çok uzaktaydı. Ancak Mulmul’dan (pleiades) almış olduğum birkaç görüntü çok netti. Biliyordum ki yaratıcım Anunnaların yaratımına başlamıştı. Matrislerinin çokluğu sayesinde bizden 4-5 kat daha hızlı çalışıyordu. 223 Nungalımız, asil planlama işine uyumlanmak için Unulahgal’ın merkezine yönlendirildiler. Mamitu ve ben görevimize devam etmeden önce birkaç danna için dinlenmeye çekildik. Benden ayrılmadan önce Uras’ın planlamacısı onda bilmediğim bir ses tonu kullanarak benimle konuştu.
“Bilmiyorum niye Nungalları bu şekilde yaratma konusunda inat ettin ama neticesi şaşırtıcı oldu. Sa’am çok şanslısın. Uzun süre bunun sende sürmesi için dua edeceğim.”
“Bu sözler için teşekkür ediyorum. Bana gösterdiğin güven için onur duydum.”
“Umarım devam eder.”
Başımla onu selamladıktan sonra, bu güzel sözler üzerine birbirimizden ayrıldık. Mamitu, bir şeylerin hazırlandığını tahmin ediyordu ancak Tiamata ile görüşmeye gitmedi. Bana öyle körü körüne güveniyordu ki, bunun ileride kaybolmayacağını umut ediyordum.
Hak edilmiş bir dinlenmeden sonra Mamitu ve ben diğer Nungalların klonlamasına devam ettik. İlk seferde olduğu gibi aynı yöntemi uyguladık ve 3 bölüm halinde tekrarladıktan sonra 740 yeni örneğimiz oldu. Toplam aynı model üzerine basılmış olan 965 tane Alagni…(klon)

(Kodeks, gravürün detayı. Aynı sahne kodeks vaticanus b58’de de bulunmaktadır. Hiçbir Etnolojik ve arkeolojik bulgu bize Amerikan yerlilerinin yamyamlık uyguladığını ispatlamamıştır. Örnek olarak İspanyol fetihi esnasında hapishanelerde tutuklanıp birikmiş binlerce kızılderiliyi gösterebiliriz. Hepsi açlıktan öldü. O nedenle yukarıdaki sahne, suni bir matristen çıkan humanoidi sahnelediğini gösterir. Eski kutsal dönemlerde suni matrisleri çok açık bir şekilde anlatan pek çok resmi 2.kitapta sizlere tanıtacağız.)

          Dördüncü seriye tam başlamıştık ki bir rahibe, korkutucu bir mesajla geldi. Abzu Abba, kralımız, kraliçeye beklenmedik bir ziyarette bulunmuştu. Odanın girişinde bulunan rahibe her şeyi duymuştu ve Mamitu’ya duyduklarını aktarmayı bir görev saymıştı. Ona göre bu mesaj çok önemliydi. Beni planlamacının yanında görünce bu mesajı sadece büyük Mamituya iletebileceğini belirtti. Mamitu bana baktıktan sonra mesajı benim yanımda da söyleyebileceği emrini verdi. Korktuğum gerçekleşmişti. Abzu Abba kendinden geçmişti, iki çocuğu Lahmu ve Lahamu hasta Eusutumları yok etmeye başlamışlardı. Kralımız An ile temasa geçmeye çalıştı ancak Duku ile iletişim kuramadı. İki günden beri gezegenimizle, An’ın görevini gerçekleştirdiği koloni arasında iletişim tamamen kesikti. Kralımız yaratıcıma ve planına kesinlikle güvenmediğini ilan etmişti. Tiamata’ya müdahale etmesini söylemiş ve o bölgede bulunan Amasutumlarla temasa geçerek yeni varlıkların yaratımını iptal etmeleri için emir vermişti. Rahibenin sözlerine göre Tiamata düşmanı hakkında yanıldığını ve Anunnalarla Nungalların yapımını durdurmanın mümkün olmadığını söylemişti. Krala Sakinleşmesini önermiş, yoksa yeni varlıkların üretimi bitene kadar onu kapatmak zorunda kalacağını ayrıca Tiamata eğer An, Duku ile gezegenimiz arasındaki tüm temasların durmasını düşmanların onun izini sürmemesi için bunun bir tedbir olduğunu söylemiş. Rahibe hangi düşmandan bahsedildiğini anlamamıştı çünkü uzun zamandır hiçbir düşmanları yoktu. Mamitu bana huzursuz bir şekilde baktı. Onu rahatlatarak bensiz yapıma devam etmesini söyledim. Yeni bir görev beni bekliyordu. Bu sefer kendi inisiyatifimden gelen bir görev. O da, kralla görüşerek onu mantığa doğru yönlendirmekti.






6.BÖLÜM

MAMİTU-NAMMU, URAS’IN BÜYÜK PLANLAMACISI

Çin’de evrenin ve ilk insanların anasının adı Nugua (nuwa), havanın ve toprağın varoluşundan sonra ana Tanrıça suyun kenarından bir tutam çamur alır ve onu yoğurarak küçük birer bacak, kol ve bir silüet yaratır. Toprağın üzerinde ayağa kalkar ve çimlerin üzerinde dolaşmaya başlar. Nugua sonuçtan çok memnun olmuştur. Yeni yaratıklar yapmaya devam eder; böylece ilk insanlar doğmuş olur. Bu iş çok uğraş gerektirdiğinden bir sarmaşığı çamura batırır ve silkeler. Sıçrayan çamurlar küçük insan varlıklarına dönüşürler. Derler ki Nugua, insan başına ve yılan vücuduna sahipti. Bu bir efsane… Ana Tanrıça Tai Ping Yu Lang Çin efsanesi.

(Not: Sümer sayesinde yapacağımız tercümeler bize Çin efsanelerindeki ana kraliçenin rolünü doğrulamaktadır. Nugua veya Nuwa her ikisi de denebilir. Bu bizi Nu-gu-a, heykelcikleri olan ipli kadına götürür. Burada açıkça, yaratımı çoğaltmak için çamura batırdığı sarmaşığın veya ipin batırıldığı anlatılmakta. Gu hecesi yine ipi tanımlamaktadır. Nugua tanrıçasının bir örümceğe benzetildiğini de anlatır. 7.Bölümün 2.kısımında görüleceği gibi örümcek Ana Tanrıçayla özdeşleştirilir. Ginabul- Sümercenin kelime oyunları sayesinde başka bir tanıma da ulaşabiliriz; Nu-gu-a, imajların, figürlerin kraliçesi yani klonların. Nuwa Sümercede wa –bea diye anılır ve bu da resimleri, heykelleri üreten kişi anlamındadır. )

İncil’den bir bölüm; “sonsuzdan itibaren yaratıldım, dünyanın orjininden önce… Uçurumlar (dünyadaki) yokken doğum yaptım… O (Tanrı: Ana Kaynak yani Kadistuları temsilen), yukarıdaki sisleri yoğunlaştırdığında… Dünya’nın şekillerini çizdiğinde onun yanındaydım,O’nun yanında hep mutluydum. Yeryüzünde mutluydum ve mutluluğu çocukların arasında buluyordum.”

GİRKU-TİLA’da Nudimmud/Dili-Me-As

Ninmah aracın önünde durdu. Özellikle geride kalmıştı. Bir grup rahibe Gigirlah’tan indi. Dünya’nın büyük planlayıcısı olarak tanınan ana karaktere eşlik eden birçok dişi de vardı grupta. Ana planlayıcının alnında kocaman, muhteşem bir zümrüt bulunmaktaydı. Kusig (altın) ipinden işlenmiş bir eteği vardı. Eteğin rengi, Amasutumların kraliyet rengi olan Ugamusların (yılan halkı) yeşiliydi ve üzerinde de sembol olarak işlenmiş iki Mus (yılan) bulunmaktaydı. Uga-mus, Kadistuların ırkımızın şanı için buradan uzakta çalışan rahibelerin ve Amasutumların tümüne verdikleri isimdi. Ninmah, ünlü rahibeyi karşıladı ve tek kelime etmeden göstererek beni ona tanıttı. Mamitu-Nammu, resmi bir zarafet ile başıyla candan bir selam verdi. Kortej, şehrin merkezine doğru yola devam etti. Etrafımda bulunan amasutumlar, önemli bir varlık olduğunu anladılar ve anca o anda bazıları benim görüntüde erkek olduğumu fark ettikler. Bunca ilgi karşısında biraz kendimden geçmiştim. Kraliyet korteji uzaklaşmıştı ve şehrin ana caddesine saparak tören yapılan tapınaklardan birine doğru yöneldi. Artık burada işim kalmamıştı. Mamitu’ya tanıtılmıştım ve rahibelerin kutlamaları Amasutum olmayanlara tamamen yasaktı. Bir Usumgal bile buna katılamazdı. Uanna’ya dönmem gerekiyordu ancak yanımda hücreleri ve iki rahibeyi de götürmeden yapamazdım. Mecburen günün büyük bir bölümünü, törenlerin bitmesini bekleyerek geçirdim. Ana meydanda çömelerek derin düşüncelere daldım ve buranın huzurunu tattım. Bu yer tamamen boştu. Tiamata ve An arasındaki görüşmelerin çok olumlu geçtiğini biliyordum ve yaratıcı babam beni sabırla bekliyordu. Öğleden sonra uzaktan rahibelerin hareketlerini duymaya başladım bu da kutlamaların bitmek üzere olduğunu söylüyordu. Bu nedenle şehrin ana deposuna dığru yöneldim. Az bir süre sonra Mamitu ve Ninmah donmuş hücreleri taşımak için yanıma geldi. Ninmah gururla Tiamata’nın izni olduğunu söyledi. Sessiz duruyordum. Her ikisi de bunu zaten bildiğimi anlamışlardı. Ninmah, binanın girişinde durup beklememizi belirtti. Hücreleri seleksiyon etmek için yardımımıza ihtiyacı olmadığını söyleyerek….An olarak direkt olarak direktifleri vermişti. Bu beni şaşırttı ancak yaratanımın en yaptığını bildiğini düşündüm. Mamitu da şaşırmışa benziyordu bu açıklama karşısında ve An’a güvenmemiz gerektiğini kendisine söyledim. Uzunca bir süre beklerken Uras’ın rahibesini de yakından inceleme fırsatı buldum. Mamitu, ketum durarak sürekli ellerimi inceliyordu. Ninmah, ağır olan iki büyük kasayla çıktı. Değerli yüklemeyi kargo Gigirlahımıza yerleştirerek Uanna’ya doğru yola çıktık. Mamitu ve Ninmah yan yana oturdular ve hiç konuşmadılar. Uras’ın büyük rahibesi sakin bir dişiydi ve varlığı, ruhu coşkulu olan Ninmah’ı sakinleştirmeye yetmişti. Mamitu’nun iç bilgeliği her tür durumun üstesinden gelebilecek bir dişi olduğunu gösteriyordu. Ninmah’ın olduğu gibi güzel olduğunu söyleyemem ancak bakışındaki derinlik ve yüzündeki şefkatli ifade içimde iyiliği uyandırıyordu. Aslında evet, bu dişi, büyük bir güzelliğe sahipti. Yanında iyi hissediyordum ve bu duygu beni derinden sarsıyordu. Zaten Uanna’ya varır varmaz, An’ın için için huzursuzlandığını hissettim. Fiziği karşısında mı ya da yaydığı şey karşısında mı? Yaratıcımı tanıdığımdan ikincisi olduğunu söyleyebilirim. An, programda önemli bir değişiklik yapıldığını bize söyledi. Kraliçemiz ile görüşmesi esnasında, düşmanımızı şaşırtmak ve düşünceleri sakinleştirmek amacıyla, Anunnaların yapımının sistemimizin dışında olmasını önermişti. Bu cümle karşısında Mamitu ilk kez söz alarak yaratanımla konuşmaya başladı. “Saygın Usumgal, hangi düşmandan bahsediyorsun?” 
“Nindigir (rahibe)sana bunu açıklamaktan üzüntü duyuyorum ancak Sukkallar… Bu sözümona kardeşlerimiz, erkeklerimizin hastalığının sorumlusudurlar.” 
“Bu tamamen imkansız! Sukkallar uzun zamandan beri bizim sadık müttefiklerimizdir. Kanıtlarınız nedir? Bu…”
 Sözünü kesen An “Amasutum, sözlerinde dikkatli olmanı öneririm. Tiamate (güneş sistemi) ya da Uras’ta değilsin artık. Artık benim ve Sa’am’ın emirleri altındasın. Alagni’nin sana karşı büyük bir sabır gösterdiğinden dolayı mutlu olmalısın. Gina’abulların iyi niyetinden faydalanan ve güneşte keyif yapan birkaç yerlinin eresi (kraliçesi) değilsin. Bil ki Tigeme (tiamata) ile konuştum, eğer konuşmamızın detaylarının bir özetini istiyorsan git onunla görüş. Onun yanına gidecek her Amasutum için aynı hikayeyi anlatacağını sanmıyorum, zaman kaybı olur. Bunlardan bazılarının prestiji olsa bile…Şu an savaştayız Nindigir ve Gina’abulların da hizmetindesin.” 
An, bu tavırlarıyla bilinen kötü namını da doğrulamış oldu. Mamitu hiçbir şey söylemedi ve hiç kimsenin cesaret edemeyeceği kadar yaratan babamın gözlerinin içine baktı. Büyük bir ihtimalle hiçbir varlık bugüne kadar onunla böylesine konuşmamıştı. An, hiç bozulmadan o bakışın aynısını kendisine iade etti. Mamitu, Usumgalların güçlerine sahip değildi ve yaratanım ona çok ciddi bir ders verebilecekken, onları ayırmak için araya girip söz aldım. “Baba, en sonunda hepimiz toplandık. Zaman kaybetmeden işimize başlayalım.” An, Uras’ın planlamacısına bakmaya devam ederek bana cevap verdi “Tigeme senin ve Mamitu’nun Nanülkara’da kalıp erkek Kadistuların yapımına yani Nungalların yapımına başlamanızı istiyor. Ben de Ninmah ile beraber Ubsu’ukkinna sistemindeki Mulmul’e  (pileiades) gidip Anunnaları yaratacağız. O bölgenin sahibi Ansar ve Kisar da bize eşilk edecekler. Lahmu ve Lahamu burada kalacaklar. Bildiğiniz gibi bu iş gizli kalmalı. İşler ilerledikçe ara ara temasta bulunuruz.” “Peki baba. Ancak birkaç Siensiar bulmamız gerekiyor.” Yaratıcımda bir kzgınlık hissettim. Mamitu bana dönerek konuştu “hayır Sa’am, yaratıcının zor elde etmiş olduğu şeyi bize vereceğini sanmıyoruz. Bildiğim kadarıyla Ubsu’ukkina sistemindeki Mulmul’un çok az suni matris sahibi olduğunu düşünüyorum. Biz Amasutumlar, iyi niyetimizin bir göstergesi ve yapmış olduğumuz işteki güveni belirtmek için Siensiarları ona bırakıyoruz. Gina’abulların barışı için kullanacağını tahmin ediyorum.” Mamitu’nun niyeti karşısında An, onu kutsamak zorunda kaldı. Teşekkür etmek niyetiyle eğildi ama bunu zoraki yaptığını hissettim. Mamitu Ninmah’a hoşça kal dedi ve kargo Gigirlahımıza gittik. Amasutum iki pilot, An ve Ninmah’ın ihtiyacı olan hücreleri onlara götürdü, sonrasında da aracımız kalkarak Nanülkara’ya yönlendi. Böylece yaratıcım ve Ninmah’ı kaderin ellerine bırakmış olduk. Gezegenimize doğru seyahat ederken An bana Kinsag tekniğiyle (telepati) bir mesaj gönderdi. Mamitu’yu yakından kontrol etmemi ve mümkün mertebe Kadistularla çok az temasta olması emrediyordu.

(Not: Ubsu’ukkinna, yıldız sisteminde Pileadlardaki Maya yıldızı olarak geçmektedir. Bu sistemde 12 gezegen mevcuttur. Ubsu’ukkinna terimi genellikle uzmanlar tarafından konsey olarak veya tanrısal toplantı yeri olarak tercüme edilmektedir. Ancak gerçek anlamı bölündüğü zaman daha iyi anlaşılır. Ub , evrenin bir bölümü, Su güçikuvvet, Unkin topluluk, Na ise istasyon veya insan. Bizi ilgilendiren bağlamda bu terimin tanımı Ub-Su-Unkin-Na yani evrenin güçlü bölümü, topluluğun istasyonu… Dünyasal bir ortamda da Ub-Su-Unkin-Na, şöyle tanımlanabilir; gücün yeri, insan toplulukları. Mezopotamyanın her büyük şehrinde bir Ubsu’ukkinna mevcuttu. İnsan işleri konusunda çalışırken oraya Tanrısal bir imaj verirlerdi. Sümerlilerin astral Ubsu’unkinna’sı içine Duku’yu almaktaydı ve onlar için aziz tepe, Tanrıların bulunduğu yer olarak belirtiliyordu. Arizona’daki Hopiler Ubsu’ukkinna’yı Toonaotakha diye anarlar bunun tercümesi de gezegenlerin konfederasyonudur. Burası 12 gezegenli yıldız takımının olduğu Kachinaların yaşadığı yer, yani Hopilerin geleneklerin spiritüel rehberlerin olduğu yerdir. Toonaotakha yıldız sistemi Pileadlarda yer almaktadır ve Hopiler onlara yedi kızkardeş ismini vermektedirler. Enteresan olan, toonaotakha’nın kökü Hopi Kızılderililerinde Tounou, bu da bir gruba mensup olmak o kök de toonam’dan türetilmiştir. Bu da kabile konseyidir. Bir kez daha görüyoruz ki, her şey tam yerine oturuyor. )


An bana rahibelerin beni domine etmesine asla izin vermememi öğütledi çünkü onlar Gissu (gölge)’nun temsilcileri ve yapacağımız iş için bir tehlike oluşturmaktadırlar. Yaratıcım onlara kesinlikle güvenmiyordu ama ben bu duygunun altında daha derin bir şeyin yattığını seziyor fakat ne olduğunu anlayamıyordum. An o ana kadar yapmış olduğum her şey için beni tebrik etti ve Usumgallara karşı hassas bir pozisyon alırsam doğru bir karar verebileceğimi ifade etti. Aslında potansiyel bir risk karşısında beni uyarma ihtiyacı duymuştu. Çünkü eğer planı önceden ortaya çıkarsa, tehlikeyle ilk benim yüz yüze kalacağımı biliyordu.