ABZU ABBA İLE
KARŞI KARŞIYA GELMEK
Piramitlerdeki
metinlerden alıntı: Firavunun sığınağı gözüdür. Firavunun korunması gözüdür.
Firavunun başarılı, zaferli gücü gözüdür. Firavunun kudreti gözüdür.
GİRKU-TİLA
NUDİMMUD/MİN-ME-MİN
Yaratım odasını
terk edip gezegenimizin Abzusuna (yeraltına) varmak için bir Amasutum aracı
bulma niyetindeydim. Durmaksızın çalışmamdan dolayı artık zaman kavramını
yitirmiştim. Binadan çıkarken iklimin değiştiğini şaşkınlıkla gördüm. Ankida,
kuzeyden gelen kum fırtınılarının etkisi altındaydı.
Çölün ihanetçi ve
sıcak nefesinden kendime bir yol açarak, Amasutumların Gigirlahlarının
bulunduğu bölgeye vardım. Rastgele bir araç alarak yeraltı dünyasına doğru
yöneldim. Dişilerimizin araçları benim bildiklerimden fazla farklı değildi ve
Abzuya olan seyahatim hızlı geçti. Tuzaklara düşmemek için yeterince
dolaşmıştım; mesela o yoğun girdaplara girmemek için ters yöne kaçarak, evrenimizin portallarına
yönlenen olumlu rüzgarlardan faydalanmak gibi… Abzu’nun başkenti olan Ealam’a
inmeden önce Lahmu ve Lahamu’dan zihinsel bir ileti aldım. Her ikisi de
durumdan haberdardı ve Abzu Abba’nın tepkisi karşısından huzursuzlardı. Sanki
Abzu’da Miminu işçilerin yardımıyla başlatmış oldukları düzenli temizliğin
kralımızı memnun etmeyeceğini bilmiyorlarmış gibi. Lahmu ve Lahamu bana ,yaratıcımın
yeni emirleri gelene kadar Eusutum’ların imhasını durdurduklarını ifade
ettiler. Hayırsever An, kardeşlerini sokmuş olduğu kötü durumdan bir kez daha
çıkarabilecek miydi? Yaratıcım, kaosun kralıydı, aynı zamanda yalan sanatının
ustasıydı. Zamanını, her parçasını kendisinin yaratmış olduğu problemleri
düzeltip tamir ediyormuş gibi geçiriyordu. Kendini değerli göstermek, başarılı
ve gerekli bir varlık olarak lanse etmek bakımından bundan daha iyisi yoktu. Lahmu
ve Lahamu’nun Nungallar ile ilgili hiçbir soru sormamalarına şaşırmıştım. Pek
endişe etmedikleri kesindi. İlgi alanları An ile uyumluydu ve bundan başka
hiçbir şey umurlarında değildi. Beni pohpohlamak amacıyla Lahmu ve Lahamu,
yaratıcım onlara bana güvenmelerini ve beni dinlemelerini söylemiş. Herhalükarda
bu sefer bu üçkağıtları düzeltmek bana kalıyordu. Bu şerefi bana bahşederek
aslında An beni kendilerinden biri olarak gördüğünü de göstermişti. Yani
hizmetinde ve Ansar’ın yararına çalışan bir ihanetçi… yaratımımdan beri kendime
sorduğum soruya gelince, yani bir sınavda mıyım sorusu, hiçbir şüpheye yer
bırakmadan verilmişti. Lahmu ve LAhamu benden gelecek olan direktifleri
bekliyor gibiydiler. Ancak hiçbir şey söylemeden kralımıza bir ziyarette
bulunacağımı belirttim, ki doğrusu da buydu. Abzu’nun ormanları, köylerine
yakın geçerken, çevrede uzanmış cansız yatan binlerce beden manzarasını
görmezlikten gelemedim. Lahmu ve Lahamu yaratıcımın emirlerini çok iyi
uygulamışlardı. Eğer biraz daha merhametli olsaydım ve insanoğlunun bazen
yaptığı gibi ağlayabilseydim ağlardım. Fakat o dönemde Uras’a has o derin
duyguları tanımıyordum. Unulahgal’a gelişim gibi varlığım konusunda hiçbir
şüphe uyandırmamak için, Gigirlahımı şehrin kenarına park ettim. İnmiş olduğum
yerden, kralımızın yaşamış olduğu tapınağın arka cephesinin tepesi görünüyordu.
Ealam’da hiçbir askeri koruma bulunmuyordu. Dıştan ulaşımı oldukça kolaydı. Bu
nedenle hızlıca tapınağın yakınına varabildim. Yapının etrafında, eski
atalarımız ait Arkaik türdeki reptilian humanoidi temsil eden büyük freskler
vardı. Bu resimler dişi Gina’bulların tarihini anlatıyordu. Bu büyük savaştan
beri onların Urbar’ı (Lyre takım yıldızı) zorunlu terk edişlerinden Margid’daya (büyük ayı
takım yıldızı) varışlarına kadar. Kadistuların konfederasyonundaki yaratım çalışmalarını
da kapsayarak… Bu dev freskleri incelerken bana gizemli ve anlaşılmaz gelen
kanatlı düşmana karşı verilen büyük savaş hakkında hiçbir bilgim olmadığını
fark ettim. Tapınağın önündeki küçük avlu bomboştu. Kraliyet bölümüne
yaklaşıyordum; yüksek merdivenleri çıkıp kalın, bronz kapının önünde durdum. Kapı
kapalıydı, bu da Abzu Abba yok demekti. Mutlaka içeriye girmek gerekiyordu. Bir kez daha niamaya başvurmak zorunda
kaldım. Yaratıcımın kan uyumu sayesinde Usumgallardan bana doğuştan miras kalan
meşhur güç… Bu enerjinin odaklanmasıyla sagralar (enerjetik vorteks: çakralar)
harekete geçiyor ve büyük işler başarmamı sağlıyordu. Göz açıp kapayıncaya kadar kilidi çözmüştüm;
kapıyı geçerek tapınağın girişinde buldum kendimi. Ortam hem nemli hem serindi.
Kasvetli karanlığı delen bazı ışıklar vardı ve kralımızın odasına ulaşmak için
60 adım atmam yeterliydi. Odanın duvarlarının üst kısmında dört ince delikten
süzülen Abzu’nun güneş ışığında dans eden toz partikülleri geziniyordu. Abzu
Abba’nın zor bir gün geçirdiğini, yoğun geçen bugünden yorgun düştüğünü
biliyordum. Eninde sonunda mekanına geri döneceğini biliyordum; daha vaktim
vardı.
Kasvetli tonoza
doğru başımı kaldırdım. Usumgallar gibi tavanın en tepesinde kurbanımı
beklemeye karar verdim. Düşmanını gözetlemek ve ona bir sürpriz yapmak için
bundan daha iyisi yoktur. Muhteşem bir zıplamayla kendimi tavana yapıştırdım.
Başımı aşağıya doğru sallandırarak rahatça beklemeye koyuldum. İki danna (4
saat) sonra sabrım ödüllendirildi. Bronz kapının yankılanan sesini ve pek çok
ayak sesini işittim. Düşünce gücü sayesinde Abzu Abba’ya eşlik eden,ruhen ve
bedenen ona hizmet etmekle görevli olan üç favori şaklabanıyla gelmekte
olduğunu sezdim. Bunlar Miminu ırkının (griler) alagnileriydi. Kisi (karınca)
yüzlü, gerçek genetik köleler…Kesinlikle tek başlarına yaşayamayanlar.
Miminulardan iki tanesi girişte kalırken
diğeri Abzu Abba’yla beraber odaya yöneldi. Varlığımı hissettirmemek için
konsantre oldum ve girişte durmuş olan iki kuklayı etkisiz hale getirdim. Bayılarak
yere yığıldılar ancak bir tanesi metal bir şamdanın üzerine düşerek büyük bir
gürültü çıkardı ve kralımızın kulağına kadar ulaştı. Abzu Abba ve cücesi tam
altımda duruyorlardı. Boşluğa kendimi atarak tamamen şaşırmış olan ikisinin
önünde dikildim. Çirkin bücür kaçmak istedi, onu engelleyerek yere yapıştırdım.
Abzu Abba eski bir teknik olan, düşmanın bilincini kendi bilinciyle
birleştirerek çökertip, zihnimi kendi düşüncesine kaydırmaya çalıştı. Eğer bu
yöntem başarılı olursa, zaferi kazanan kişi hemen karşısındakinin güçlerini
çekip onu bir ota çevirebilir. Ancak kralımız bana göre çok ağırdı ve tepkisini
öngörme konusunda zorluk çekmemiştim. Bana büyüsünü gönderecekken onun
ulaşabileceği yerde değil, tam karşı duvardaydım. Oradan enerjimi açığa çıkarıp
onu paralize ettim ve konuşmaya çalıştım. “Dinle beni pis Usum (ejderha)! Sana
kötülük yapmak istemiyorum. Beni dinlersen hayatını bağışlarım.” “Alagni,
yalanlarını dinleyecek değilim! Bana karşı hiçbir şey yapamazsın!” “İnatçı Mustagur (kertenkele) planını çok iyi
biliyorum. Halen ayakta kalan birkaç Eutum’una emir vererek Duku’ya karşı
savaşçılarla saldırmayı düşünüyorsun. Herhalde oğlun An’ı yeterince
tanımıyorsun. Savaşçılarını mutlak bir ölüme gönderdiğini bilmelisin. Geç
olmadan bu fikrinden vazgeç!”
(Not: Mustagur,
Sümer teriminde kertenkele demek, ancak hecelendiğinde Mus-ta-gur karşımıza
çıkan tercüme, yağlanmış güçlü sürüngen veya güçlü ve parlak sürüngen. Bu
örnekle beraber Tanrıların dilinin inceliği de ortaya çıkmakta. Çünkü duruma
göre bir küfür de sayılabilir, burada olduğu gibi. )
“Zavallı cahil,
artık çok geç! Senin için ve Gina’abullara ihanet edenler için çok geç!
Birleşen güçlerimiz tarafından Anunnalar ezilecek ve müttefiklerimiz tarafından
da hepiniz yok edileceksiniz! Çünkü onlar da bizim tarafımızdalar.” Bulunduğum duvardan çekilerek krala doğru
yöneldim.
“Bulug (acemi)
görme beni. Onlarla temasa geçecektin ki tam zamanında geldim. Herhalde
yaratanım da bunu isterdi ama gereksiz kan dökülmesini önleyeceğiz. Soyumuza
karşı hiçbir kötülük düşünmüyorum fakat An, güce sahip olmak için her şeye
hazır ve gerekirse benzerlerine ihanete de….Bırakalım yapsın. Bırakalım
oyuncaklarını yani Anunnalarını yapsın. Daha sonra onu ikna ederim. Beni
dinleyecek ve barış için çalışacaktır.”
“Zavallı saf! An hiç kimseyi dinlemez ve senin
sözlerin de umurunda değil. Daha fazla vakit kaybetmeden ordumuzu Duku’ya
gönderip orayı yok edelim.”
Sesimi
sertleştirerek devam ettim. “Üzgünüm bu imkansız. An’ın elinde 1200 Siensisar
var. Şu anda elinde kaç tane varlık var tahmin bile edemiyorum. Bu çok riskli.
Elimizden geldiği kadar çok Nungal üretmeye çalışıyoruz. Onlar sorun çıktığında
Ginabulları korumasını bilirler. Yaşlı deli! Memnun olman lazım. Mamitu’yla
beraber senin eserinden yola çıkarak Nungalları yarattık. Yani Eutum’ların
üretimini başlatmadan önce yaptığın bir prototipten. Söylemeliyim ki çok
başarılı oldu.”
Arkamdan cücenin sesi geldi “barağım (kralım)
onu dinleme! Yaratıcısı gibi o da bir hain!”
Arkamı dönerek bir
hareketle odanın bir ucundan diğer ucuna sırt üstü gönderip onu odadan
çıkarttım ve arkasından kapıyı da kapattım.
“Sen neden
bahsediyorsun beyinsiz genç?! Hangi yalanı uyduruyorsun? Senin gibi aptal olan
Nungallarla ne işim olabilir. Bu sadece benim sutumlarımın yerine lanetli
alagnilerinizi koymak ve Nanülkara ile kolonilerimizi ele geçirmek için
yapılmış büyük bir plan.”
Abzu Abba çok
sinirlenmişti ve benim sözlerimi duymuyor gibiydi. Deliye dönmüştü ve üzerinde
uyguladığım baskıya rağmen hareket etmeyi başardı. Yorgunluktan bacakları kasılmasına
rağmen zorlukla ayağa kalkarak küfretmeye başladı. Kızgınlık mı yoksa hayatta
kalma içgüdüsü mü bana başkaldırma cesaretini veriyordu? Cüsseli vücuduyla
üzerime atladı fakat saldırıdan kaçarak onu niama sayesinde tekrar yere
yapıştırdım. “Akılsız ihtiyar ne arıyorsun? Seni yok etmeye beni mecbur
bırakma” diye bağırdım. “Bunu yapmak zorunda kalacaksın. Çünkü benden ihtiyacın
olan desteği bulamayacaksın. Küçük sümüklü! Sen sadece genetik bir makinasın.
Yalnızsın ve ömür boyunca da yalnız kalacaksın. Çünkü bir alagninin kaderi
budur. Seni ve yaradanını ve sizin için çalışan herkesi yok edeceğim!” Abzu
Abba binbir şekilde yeniden küfürler savurdu. Sözlerinin şiddeti bana bu
görüşmenin onun veya benim için çok kötü sonuçlanacağını anlatmıştı. Projeleri üzerinde
inatlaşıyor ve durmadan An’a küfürler ediyordu. Nefes nefese kalmış sesinin
şiddetlenmesi bende derin bir nefret uyandırmıştı. Konuştukça bu aptal duruma
karşı güçsüz kaldığımı görerek mutlu oldu. Kötücül düşünceleri onu git gide
daha berbat sözler sarf etmeye teşvik ediyordu ve onların gücü de zihnimi
etkiliyordu. Başım ve bacaklarım istemsizce eğilip büküldü. Sesler ve
frekansların vızıltıları beynimde yankılanırken duygularım da sislenmeye
başladı, artık sözlerini netlikle duyamıyordum. Kafamı kaldırdığımda Abzu
Abba’nın tutsaklığımdan kurtulduğunu gördüm. Varlığımın tüm hücrelerine teker
teker kızgınlık dolarken, eğlenmiş bir halde ayağa kalktı. Gözleri kan çanağı
içindeydi ve beni gücünün etkisinde görmenin sarhoşluğunu yaşıyordu. Kalbim
korkunç bir hızla atıyordu ve kendim üzerinde hiçbir kontrolüm kalmamıştı. Tüm
organlarım sanki felç olmuştu ve canım çok yanıyordu. Nasıl bu kadar kısa
zamanda savunmasız kalmıştım? Abzu Abba’nın mutluluktan salyaları akıyordu;
çatallı dilini çıkarttı. Kızgınlığından keyif alıyordu ve yaymış olduğum düşük
enerjiden besleniyordu. Abzu Abba beni güvenli bir şekilde manipüle ediyordu
çünkü bir alagninin zayıf noktalarını iyi biliyordu. Bu zayıflık benim
yaratıcımı tanımasından kaynaklanıyordu. Aslında anahtar buradaydı ve
düşmanımın zihni bana bu şekilde hükmediyordu. Zihnimi yeniden toparlayarak,
zorlukla kendime geldim. Kötü sihrine devam ederek mutlu hareketler yapan Abzu
Abba’ya baktım. Son darbeyi vurmadan önce iyice keyfini çıkartıyordu. Hatası
işte buradaydı! Artık yaratıcımı düşünmeyerek, yok edici ve gereksiz bu kini
boşaltmam gerekiyordu. Gözlerimi kapatarak beni git gide boğan bu gizli
baskıdan kurtulmaya çalıştım. Yavaş yavaş kalkarak Abzu Abba’yı duvara
fırlattım. Baskısından kurtulduğumu görünce düşmanım paniklemişti. Mezbahaya
götürülen bir hayvan gibi böğürmeye başladı. Enerjim onun niamasını yutarken
artık kaybettiğini anladı. Sagraları
giderek daha yavaş döndü ve senkronizasyonlarını kaybettiler. Kasları kasılmış,
göğsü patlamak üzere olan Abzu Abba acı içindeydi ve gücü de kovadan akan su
gibi boşaldı. Birkaç dakika sonra gözlerimin önünde kralımızın bedeni yığılıp
kaldı. Yanına yaklaştığımda hala canlıydı. Tüm bu güç gösterisinden heyecan
içinde kendimden geçmiştim. “Zavallı deli, senin elindeydim ve beni anında yok
edeceğine zaferinin keyfini çıkartmaya koyuldun. Zannediyor musun ki ben aynı
hatayı yaparım?” Bu sözler üzerine hiç düşünmeden, güç ve enerjiyi açığa
çıkaran ,ani ölümü getiren dehşet çığlığı olan Ugmu’yu attım. Abzu Abba ve üç
Miminu patlayarak kraliyet tapınağının her yerine kan ve et halinde yapıştılar.
Ne yapmıştım? Dehşet ve karanlık bir makine olan ben, yarı programlanmış
tiksinilesi yaratık, telaffisi olmayan bir şey yapmıştım! Abzu Abba’nın maması
benimkine karışarak, kukunun (atanın) gücünü bana transfer etti.
(Not: Niama,
Sümercede bu kelime hecelendiğinde Ni-ama, Ni-amaj, annenin veya ısının gücü….
Yahut da efendinin gücü anlamına gelir. Bu her iki açıklamada da evrensel gücün
nötr olduğunu görüyoruz. Bu aynı zamanda Mali’deki Dogon kabilesinin Nyama
terimiyle benzeşir. Mali Nyama’sı bir enerjidir. Canlı bedene yayılmış bir
maddedir. Diğer bir anlamda yaşam gücü de denebilir. Dogonlar nyamanın
maddesinin kan olduğunu düşünürler, bu da kalıtımsal olarak aktarılmaktadır.
Mali halkının, hayvan kurban etmesinin amacı Tanrılara ve üstadlara
uyumlanmaları içindir. Böyle bir uygulama Yahve için Kudüs’te Yahve (Tanrı)
tapınağında yapılana benzemektedir. Hayvan kurbanları genellikle bir dilek için
veya halkın hatalarını affetmek amacıyla yapılırdı. Kurbanın bazı bölümleri
Yahve’ye verilirdi, gerisi de tapınakta bulunan rahiplere. Bu tür kurbanlar
İbranicede shelamim kelimesini matris dili ve Sümero Asio, Babilon’da Se
–porsiyon, La –dilek, Mim ise Sümercede Mu-e olarak alınır ve de Tanrısal
isimler yani Selamim Tanrıların dileklerinin bir porsiyonu. Burada insanoğlunun
Tanrıları isimleriyle anmaması ve fiziklerinin tarif edilmemesi bakımından
temkinli davrandıklarını anlıyoruz. Birinci bölümde de gördüğümüz gibi Mus
hecesi veya Mim, görüntü, kraliyet tacı, parlamak Sümercedeki Mus’la
benzeştirilir yani sürüngen, yılan. Bu katı kurala göre Yahudilerde Yahve’nin
veya Elohim’in gerçek görüntüsü asla tasvir edilemez. Bu konuyla ilgili daha
detaylı bilgiler verilecektir. Aynı zamanda kanın akmasıyla beraber niamanın
karşı tarafa geçmesiyle ilgili de bilgi vereceğim. )
Binbir düşünceyle Ankida’da
Mamitu’yla buluşmak için mezarlıktan çıktım. Aracıma vardığımda görünmeyen bir
dehşet, tapınağı ve çevresini sarıyordu. Abzu’da ölüm sessizliği vardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder